Dienstag, 10. Juni 2014
Yedi Güzel Adam 8. Bölüm
Kalbe düşen ilk cemre beyaz...
Zarif, inatçı, hasta ve haylaz...
Tırnak kadar bebenin peşinden koşarken yalın ayak...
Buzdağının doruklarındaki sitemle karşılaşmak...
Omuzlarında parlayan ay ve yıldızın gururu bakışlarında...
Binbir zarafetle minderde kapışmak...
Ve işte dile gelir en kısa mısra...
Veni, vidi, vici...
Deftere yazdım...
Çıktı Alo kardeş karşıma, tuttum mindere yazdım...
Çıktı Alo kardeş karşıma, tuttum mindere yazdım...
Güz güneşinden hüzünlü, ilk yazdan şendik...
Hem utangaç, hem hevesli, mektepli sevgililerdik,
Pek kırılgan, pek acemi, bi söyler, bin gülerdik...
Pek kırılgan, pek acemi, bi söyler, bin gülerdik...
İlacın ayağına geldi kısmetli Zarifzade...
Yedi adam biri bir gün
bir aşk gördü
gereğini belledi
bir aşk gördü
gereğini belledi
ölüm girse koynuna
ayırmaz aşkı yanından...
ayırmaz aşkı yanından...
En komik mısram sen oldun Rasim,
Anne terliği değil Rasim terliği
Feci acıtır ona göre...
İç şunu diyorum...
Anne terliği değil Rasim terliği
Feci acıtır ona göre...
İç şunu diyorum...
Ve ısrar etmekte ısrar ediyorum...
Yalnız Ardıç'ın devrimci dinginliğini seviyorum...
Erdem...
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi...
Müsaade etse onun da kravatını Naciye düzeltecek... ama...
Tuttuğum kalem olsa, yüreğinin elleri
Bir defa daha yazsa, bebegim, bebegim, gül güzelim...
Bir defa daha yazsa, bebegim, bebegim, gül güzelim...
Dualar eder insan mutlu bir ömür için,
Sen varsan her yer huzur, huzurla yanar içim
Çok şükür, bin şükür seni bana verene,
Yazmasın tek günümü sensiz kadere
Sen varsan her yer huzur, huzurla yanar içim
Çok şükür, bin şükür seni bana verene,
Yazmasın tek günümü sensiz kadere
Bu şarkı kalbimin tek sahibine
Ömürlük yarime, gönül eşime
Bahar sensin bana, gülüşün cennet
Melekler nur saçmış aşkım yüzüne...
Ömürlük yarime, gönül eşime
Bahar sensin bana, gülüşün cennet
Melekler nur saçmış aşkım yüzüne...
Sonntag, 1. Juni 2014
Yedi Güzel Adam 7. Bölüm
Nerden başlamalı çok bilemiyorum ama izlerken binlerce şey
çağrıştırdı bana sahneler, fazlasıyla şahsi bi yorum olacak sanki, ama objektiflerin
objektif olmadığını (bir Yılmaz Erdoğan şiiri) biliyoruz zaten sanırım serbest
çağrışımda sorun yok. Şiirle dopdolu bi bölümdü, üçüncü bölümden sonra yeniden
gözyaşları içinde izlediğim bi bölüm oldu, şekilde temsili olarak beni
görebilirsiniz diyip, yorumuma ağlayarak başlıyorum.
Kırmızıları giymiş mezarlığa gidiyor Zehra, mezarlıkta
kuşlar susuzluk çekmez de, ya o güzelim çiçekler… Gözüm kurumuş, güneşten
uçları yanmış ulfar yapraklarına gitti. Mezarlıkların vazgeçilmez manzarasıdır
kurumuş otlar, ucu yanık ulfar yaprakları… Köyüme kadar gittim o sahnede. Ve
google amcada hiç ulfar görseli bulamamak canımı sıktı, süsen olarak bilinirmiş
genellikle… Acaba Maraş’taki ismi ne?
Kelle paça çorbası salçalı mı yapılırmış? Daha öğrenicek çok
şeyim var, misal Cahit’e dair yepyeni şeyler öğrenmeye devam ediyorum.
Çorbasını koklaması bi yere kadar makul ama elindeki kutuyu (zank mı o)
koklamasına ne buyrulur…
Nuri’nin devrimci selamına zarif bi selamla karşılık veriyor
Cahit Zarifzade…
Yalan yok, Kahraman köprüde şiir okurken, ah şu manzaraya
bir de Cahit lazım şeklinde iç geçirmişliğim vardır, bu sahne dualarıma yanıt
olarak geldi sanırsam. Köprü duvarından artistik atlayış da bonusu.
Zavallı Zehram „sen hangi kıza şiir yazıyorsun“ diye soruyor
tabi meali belli sen hangi kızı seviyorsun… Ama Cahit görünmeyeni, gizemi
seviyor…
Bu sessizlikte iki başına yürümek...
Delilik...
Delilik...
Başyazarlık Koşusu… Birinci belli ikinci kim diyorum ben
sadece…
Belki milyon tane el tutma bahanesi vardır da bu nasıl bi
sahnedir arkadaş! Kızlara değil buzlara yazanlara mahsus bi el tutma bahanesi
galiba. Ah Cahit ah diyorum sadece… Cüneyt Ergün ne kadar da doğru demiş; Zor
olan, her şeyi iki harfle özetlemek: ‘A’ ve ‘ h’. . Bir ‘ah’ tan daha uzun ne olabilir? Zor olan
bir ‘ah’ ı tercüme
etmek…
Kefaret ödemekten meteliksiz kaldı Rasim… Peki ya Zehra ne
yapsın? Buzdağına yaslanır gibi koymuş elini omzuna Cahit, Zehra ise iyice
küçülmüş minicik kalmış içindeki zarif acının utancıyla… Cahit elini çekip
gözlerini yeniden semaya dikince Zehra da özgür bırakıyor içindeki mutlu
kelebekleri… Yalnız Ardıç ağacının gölgesinde her suça ortak kalbiyle
yapayalnız oturan Erdem’le göz göze gelince, aklına düşmüş olmalı şu mısralar…
Başını eğdiğin küslüğün gölgesinde ağlıyor çiçekler…
Aralık günleri için aşk denemelerini hep motorsuz bi uçakla
yapmış galiba Cahit. Şiiri algılayıp kalbimle manasını özümsemeye çabalıyorum
ama başaramamak bana çok koyuyor….
Aralık Günleri İçin Aşk Denemesi
“Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın
Kurşun kanatları gergin
Fosforlu mermiler yine taze
Yıldırımlanmış boğalar
Havanın katı gövdesini kırarak
Yararak hayat dolu sevdanın karnını
Pilot ağzı zehirli bir dil
Kentelenmiş çeneler arasından
Gözler ovaya başını çıkaran insanları
Haydi aşk aşk
De ki dağları delerim senin için
Yıldızlar yakarışlar açık kartlar
Ve haydi hoşça kal”
Edebiyat hep çay içirir zaten karın doyurduğu görülmemiş…
“Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın
Kurşun kanatları gergin
Fosforlu mermiler yine taze
Yıldırımlanmış boğalar
Havanın katı gövdesini kırarak
Yararak hayat dolu sevdanın karnını
Pilot ağzı zehirli bir dil
Kentelenmiş çeneler arasından
Gözler ovaya başını çıkaran insanları
Haydi aşk aşk
De ki dağları delerim senin için
Yıldızlar yakarışlar açık kartlar
Ve haydi hoşça kal”
Edebiyat hep çay içirir zaten karın doyurduğu görülmemiş…
Çay çok mühim benim için o yüzden serbest çağrışım olayını
müsaadenizle layıkıyla abartmak istiyorum, çay Erdal Bakkal’da içilir çünküsü!
El yazması Kur’an’ını satıp gençlerin Hamle’sine güç katan
amcamız cansın. Gözyaşlarımı tutamadım, eldekini avuçtakini satıp bizi
okutanlar geldi aklıma hey gidi… „Bi teneke nohut vardı onu sattım, çocuğu
okula yazdırdım“… Ne diyeyim ki ben, elleri öpülesi onlar…
Hırçın bi döngü melodisine kemanı da eklemişler harika olmuş,
ellerinde Hamle’leri, okuyucu avında şu güzel adamları izledim yine
gözyaşlarıyla. Aklıma fanzin çıkarmak için uğraş veren gençler geldi. Parayı
sokağa atıyorsunuz diyorlarmış fanzinci gençlere, onlar da sokakta bulduk
sokağa atıyoruz sıkıntı yok diyorlar… Edebiyatla karın doyurmak üzerine bin
türlü edebiyat yapılabilir ve her daim aç kalınabilir, çayın demi yerindeyse
gerisi hikaye zaten, oturup yazarız! Lise sıralarında bize bi Hamle fırsatı
vermeyenlere buradan teessüf ederiz…
Zehra’nın abonelik ücretini kefaret olarak ödemekle kalmayıp
ayağına kadar getiriyor Rasim. Zehra ile beraber ben de koklayıp bağrıma bastım
Hamle’yi, ah bir de kapak resminin ne olduğunu çözebilseydim.
Buzdağının görünmeyen gizemlerini seven Cahit elbette Hiçkimse’yi
çok sevdi, „Her damit!“ işaretinin tercümesi „ver onu bana“… Bi yabancı dili
çözümlemeye çabalarcasına titizleniyorum Cahit’in her yeni hareketine, sanırım
deliriyorum. Mevzu almancaya gelmişken, bizim Cahit neden Almanca derslerine
girmiyor yahu???
Kendisi her ne kadar Ketumzade olsa da, Cahit sevildiğini duymaya
ne kadar da muhtaç, bi o kadar da çaresiz, açıkçası hastalıktan erken vefat
ettiğini geçen hafta öğrendim, daha da üzüldüm. Her şeye rağmen Cahit ile
Zehra, bi olmazın peşinden sürükleyip duruyor beni, kırbaçlanmış alta alınmış
aşk… Bi AT varsa demek ki içimde…
Kocasını dualarla bekleyen Naciye… Ve Erdem’in dualaşan
şiirleri…
Nuri… Hamle’nin başyazarı, devrimci abimiz…
Erdem, şiir gibi cümleler kuran, yüreği şiirleri kadar
güzel, güzel adam…
Rasim, ödediği kerafetlerle hikayeler yazmaya devam eden en
tatlı üçüncü şahıs…
Cahit, yüreğimin zarif acısı, ah diyorum sadece tercümanım yok…
Peki ya Ali… Ali’nin "alayınızdan yakışıklıyım" çıkışı çok mu
çok iyiydi. Bayıldım!
Giderken
Giderken, kızdığımız her şey nasıl da anlamını yitiriyor.
Geriye sadece hüznü kalıyor mazinin.
Avuçlarımızda tuttuğumuz acının tozuyla el sallıyoruz birbirimize.
Havaya karışan seslerimiz, sevinçlerimiz, kederlerimizle yıkanıyor yolculuğumuz.
Sesi hiç dinmiyor kulaklarımızda,
büyüyüp kalbimizde çağlayan o anne dualarının.
Herkes bir hoşçakal kadar yalnız,
herkes bir veda kadar kimsesiz duruyor kapısında zamanın.
Giderken, kızdığımız her şey nasıl da anlamını yitiriyor.
Geriye sadece hüznü kalıyor mazinin.
Avuçlarımızda tuttuğumuz acının tozuyla el sallıyoruz birbirimize.
Havaya karışan seslerimiz, sevinçlerimiz, kederlerimizle yıkanıyor yolculuğumuz.
Sesi hiç dinmiyor kulaklarımızda,
büyüyüp kalbimizde çağlayan o anne dualarının.
Herkes bir hoşçakal kadar yalnız,
herkes bir veda kadar kimsesiz duruyor kapısında zamanın.
Avuçlarımızı salladıkça dökülen, acının önünde diz çöküyor ayrılık.
Görüntüleri yavaş yavaş siliniyor arkada kalanların…
Bütün yolculuklar birbirine benziyor;
birbirine değiyor yaralarımız.
Toprağın ilmiyle kendine sarılan çiçekler gibiyiz.
Rengini kederden alan, boynunu kedere büken.
Dursak da dinmiyor, bileti sonsuz kere kesilmiş yolculuklarımız…
Görüntüleri yavaş yavaş siliniyor arkada kalanların…
Bütün yolculuklar birbirine benziyor;
birbirine değiyor yaralarımız.
Toprağın ilmiyle kendine sarılan çiçekler gibiyiz.
Rengini kederden alan, boynunu kedere büken.
Dursak da dinmiyor, bileti sonsuz kere kesilmiş yolculuklarımız…
Abonnieren
Posts (Atom)