Montag, 21. Januar 2019

2018 Okumalari (27) - Ibrahim Ethem



Lisede edebiyat hocamız, içerisinde karma şairlerden oluşan derleme bi şiir kitabı vermişti, şiir dinletisi için okumak istediklerinizi seçin diye. O kitabın adını hiç hatırlamıyorum ama epey şiir not etmiştim defterime sene 2000. Yıllar sonra #yedigüzeladam dizisinde bi şiir duydum. „Biliyorum oruçlu doğar insan ölümün iftar sofrasına“ Çok şaşırmıştım çünkü bu şiir benim lisede not ettiğim şiirlerdendi, meğer ben Erdem Bayazıt’ı 2000’de keşfetmişim de haberim yokmuş. Ama asıl şok olduğum nokta bambaşkaydı. O kitaptan not aldığım iki şiir A. Vahap Akbaş’a aitti ve bu isim de hiç yabancı gelmedi bana. Yıllardır twitterdan takip ettiğim sevgili @enaryo nun babasına aitti şiirler.

İbrahim Ethem ismini ilk kez A. Vahap Akbaş’ın şu dizelerinde duymuştum;
İbrahim Ethem’in iğnesini getiren balıklar
Aklımı yağmaya veren gönlüm
Ve bu yağmadan gül deren gönlüm
Merhaba

Sonra internetten okumuştum İbrahim Ethem’in hikayesini. Necip Fazıl’dan okumak da ayrı keyif oldu. Ama gerçekten çok kısa yazılmış, biraz daha uzun yazılabilirmiş bu hikaye.

-      Bulunca şükrederiz, bulamayınca sabrederiz.
-      Biz bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz.

2018 Okumalari (26) - Kendine Ait Bir Oda



Kitap hakkında duyduklarımdan sonra beklentim nirvanaydı ya da "her kadının başucunda durmalı" şeklinde tavsiyeler olduğu için, benim içerikten beklentim biraz daha farklıydı galiba, hiç kitap arkası yazısı okumuyorum, o alışkanlığı kazanmam lazım. Ne kadar az yazar tanıdığım bu kitap sayesinde kesinleşmiş oldu, uzunca bi alışveriş listesi çıkar bu kitaptan. İyi ki, The Guernsey Literary and Potato Peel Pie Society ve Bright Star filmlerini izlemişim, orada duyduğum şair ve yazar isimleri sayesinde, 'bak o kadar da cahil değilim' dedim kendime. Bright Star’ı izledikten sonra Keats’i araştırırken mezar taşında yazan cümleye denk gelmiştim tesadüfen. Aslında editörlerin görevi olmalı bu iş. Woolf, Keats’in mezar taşına gönderme yapmış geçmiş, o cümle kitapta yok. Editör notu olarak paylaşılabilirdi bence o cümle, ben editör olsam öyle yapardım. Artık internet var, arayıp bulmak sıkıntı değil ama internet yokken, okuyucu Woolf’un hangi cümleye atıfta bulunduğunu nasıl öğrenebildi acaba? İmkansız değil ama epey zor olamalı. Hem editörün bi görevi de okuyucuya o komforu sağlamak olmalı, neyse.

Üçüncü bölümden itibaren kitap benim için daha ilgi çekiciydi, ilk iki bölüm biraz daha sıkıcı geçiyor. Kitabı elime tekrar alınca şaşırdım, ne kadar çok cümlenin altını çizmişim. Benim için harika bi okuma rehberi oldu, her kadının kendine ait bi odasının olduğu bi gelecek ümidiyle…

"Romanlar çokluk bir panzehir olmak yerine bir uyuşturucu olduklarından ve kızgın bir damgayla dağlayıp harekete geçirmek yerine kişiyi derin uykulara gönderdiklerinden…"

Samstag, 19. Januar 2019

2018 Okumalari (25) - Garson ve Mutlu



Delilim yok ama 33’e doğru yol alan bireylere bi şeyler oluyor. Bunalım mı, arayış mı bilinmez, "artık yeter" diyor insan 33 yıl sonra. Ben bu durumu neredeyse hicri ve miladi takvimlerin her 33 yılda bir çakışmasına bile bağlar oldum; ay, güneş ve dünya aralarındaki açık hesapları kapatıp, 33 yılda bir yeni bi defter açıyor galiba. (Bilim kanayan yaralarıma merhem ol, kendimi çok salak hissediyorum) Bu kitapta da 32 yasından sonra hayatını değiştiren biri var. "Otuzlarını geçtiğinde insan yenilikleri denemekten ziyade, mevcudiyetini korumaya meyilli oluyor. Çünkü yeninin sebebi geçmişin başarısızlıkları gibi gözüküyor. İşte bu, otuzunu deviren insanlara daha da koyuyor. Bu vakte kadar yaşadım da elimde ne var, diye soran cümleler kurduruyor."
Ben hayatımı değiştirme kararı verdikten sonra "aferim bak yapan yapmış, sen de yap" diyebilmek için kendime bu kitabı aldım. İşi bırakmak, hayatımı değiştirmek oluyor benim için, ne çok dramatize ediyorum her şeyi ya.
"Ne iş yapacağımı bilmeden okudum ben, okumayı sevdiğim için okudum." Evet ben de öyle yaptım, şimdi iş bulamıyorum. Hep ne yapmak istemediğimi sayıp döküp duruyorum, ama gerçekten ne yapmak istiyorum hiçbir fikrim yok. "Ne yapmak istemediğine değil, ne yapmak istediğine karar verene kadar bir nefes al artık, bir dur be Fulsen." Bi durup nefeslenmek lazım gerçekten, "edebiyat sevdalısı, kalemi güçlü sayısalcıların" para edecek bi hayali olabilir mi, bunu uzun uzun düşünmeli, fakat çok da derinlerde boğulmamalı. "Fuzuli düşünceler bunlar. Sinema endüstrisine iyi para kazandırdı bu, diğerini seçsem şimdi ne yaşardım sorunsalı."
Kitap beklentimin çok üzerinde çıktı, hatta bi ara "okuyucuya garsonluk yaptırıyor bu kız, valla yoruldum" dediğim oldu, bir sandiviç tarifi yazmış, gecenin ikisinde karnımı açıktırdı o derece.
"Bugün nice zaman sonra ilk kez yazmak istiyorum. Canımız yanmadan neden yazacak bir şeyimiz olmuyor. Kelimeler dünyanın en timarhanelik icadı."
"Fal baktırmaktan hayati yaşayamıyor, o oturmaya devam ederken bir ihtimal yaşayabileceği günleri birisi ona anlatsın istiyor."
"Sıfır, sorgulamadan kabul etmenin en üst mertebesidir. Doğada karşılığı yoktur. Doğada her şeyin bir varlığı vardır, yokluk insan icadıdır.
Bir, sorgulamadan kabul etmektir. Dodada karşılığı vardır. Bir ağaç, bir insan… matematikte ise kimileri için tanrı gibi, kimileri için büyük patlama ya da ilk oluşan amino asit hücresi gibi her şeyin başladığı yerdir.
İki, bu dünya üzerinde var olduğunu hissetmektir. Atomu meydana getiren proton ile nötrondur, Adem ile Havva, kadın ile erkektir. Sorgulamadan kabul etmek değil, kabul ettiklerinle varlığı ispat ettiğindir.
Üç. Yaşam kaynağıdır üç, doğurganlık, maddeye hayat verendir. Nötron ve protonun etrafında dönen elektronla enerji kazanmasıdır. Kadın, erkek, çocuktur. İnsanın ruhundaki bir’in iki olacağı kişiyi bulup bütünleşmesiyle, yoktan bir canlı yaratmasıdır.
Dört dengedir. Kediler hep dört ayaklarının üzerine düşer. Güçlüdür. Yere sağlam basmamızı sağlar.
Beş dünya üzerindeki en güçlü bağdır, karbon bağıdır. Kömürü elmas yapandır. En zor parçalanandır."

2018 Okumalari (24) - Çavdar Tarlasında Çocuklar



Kitaplara yorum yazmadan önce elime alıp altını çizdiğim kısımları yeniden okuyorum ve o satırların arasında kayboluyorum gerçekten. Sonra da kafamı toplayıp bi şeyler yazmak zor oluyor. Çavdar Tarlasında Çocuklar kolay okunan bi kitaptı benim için, "Aman Allah’ım bu muhteşem bi şey" diyebileceğim bi hikayesi yoktu belki kitabın ama bana iyi geldi okumak. Altı çizili pek çok satır var yine, hangisini paylaşsam, Holden Caulfield’in yalnızlığını anlatmaya yeter bilemiyorum ama kitabın son cümlesini paylaşmadan olmaz; "sakın kimseye bir şey anlatmayın, herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."

"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız, o kitap bence gerçekten iyidir."

"Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."

"Bir şeylere üzülüyorsam, tuvalete gitmem gerekse bile gitmem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem."


2018 Okumalari (23) - Dorian Gray'in Portresi



"Toplumun ahlaka aykırı saydığı kitaplar topluma kendi ayıbını gösteren kitaplardır." Yazdıklarının tepki alacağını bildiği için peşinen savunmasını yapmış Oscar Wilde. Kitabı okuyanlar Dorian Gray’den çok Lord Henry’nin etkisinde kalıyor bence. 'Henry günlerini inanılmayacak şeyler söylemekle, gecelerini de akla gelmeyecek şeyler yapmakla geçiriyor. Öylesine aşırı zeki, aşırı alaycıydı ki insan onu sahiden sevemiyor.' Farkettim ki, söylediği sözleri hiç onaylamasam da çok ilginç bi bakış açısı kazandırdı bana Henry. "Vicdan ve ödleklik aslında aynı şeydir, vicdan şirketin piyasada bilinen adıdır, hepsi bu." diyor mesela kesinlikle katılmıyorum bu fikre ama bu sözün altını çizmekten alamamışım kendimi. Bana en ilginç gelen, üzerine en çok düşündüğüm teorisi de şu:
"Gövde bir kez günah işler ve günahla ilişkisi kesilir, çünkü eylem bir tür arınmadır. Eylemden sonra tek artakalan bir zevkin anımsaması ya da bir pişmanlığın lüksüdür. Şeytandan kurtulmanın tek yolu şeytana uymaktır. Karşı gelindimi ruh kendi kendine yasakladığı şeyin özlemiyle hasta düşer, kendi ürkünç yasalarının korkunçlaştırdığı ve yasallıktan çıkardığı şeye karşı duyduğu arzuyla marazileşir."
Elbette ki böyle bi teoriyi kabul etmek imkansız. Bir kez adam öldürdüm, günahla ilişkim kesildi, denilebilir mi? Henry’nin anlattıklarını dinlemek güzel, fikirlerini uygularsanız sonunuz Dorian’a benzer, aman uymayın şeytana! Edebiyata doymak isteyenler mutlaka okumalı bu kitabı, ben çok sevdim. O kadar çok aforizma topladım ki bu kitaptan, hepsi sığmayabilir buraya, artık olduğu kadar:
Kitap sevgim öyle büyüktür ki kitap yazmama engeldir.
Üzerinde kuram geliştirmeye değer tek şey keyiftir.
Çocuklar başlangıçta ana babalarını severler, büyüdükçe yargılarlar ve kimileyin bağışlarlar.
Hayatın da tıpkı şiir gibi, heykel, resim gibi, özene bezene yarattığı başyapıtları vardır.
Gerçek şairler hayatta gerçekleştirmeyi göze alamadıklarını şiir olarak yazarlar.
Çoğu kişiler yaşamın düzyazısına aşırı yatırım yapmak yüzünden iflas ederler. Şiir yüzünden batmak bir onurdur.
İnsanoğlu kendini aşırı ciddiye alıyor. Dünyanın işlediği ilk günah budur.
Var olan her kusursuz şeyin ardında acılar gizliydi. En sıradan çiçeğin açması için dünyanın çile çekmesi gerekiyordu sanki.
Aslında insanları birbirinden ayırırım ben. Arkadaşlarımı güzellikleri için seçerim, tanışlarımı karakterlerinin sağlamlığı için, düşmanlarımı da parlak zekaları yüzünden.
Ah gençliğiniz elinizdeyken değerini bilin! Günlerinizin altınlarını sıkıcı kişileri dinleyerek, ciğeri beş para etmeyenleri adam etmeye çalışarak boşa harcayın; hayatınızı cahillere, adilere, kabalara adayarak yazık etmeyin.
„Gündelik olgular dünyasında ne kötüler ceza görüyor ne de iyiler ödüllendiriliyordu.Başarı güçlülere veriliyor, yenilgi zayıfların eline tutuşturuluyordu.“
„Çünkü bütün günahların kaynağı, dinbilimcilerin bıkıp usanmadan söyledikleri gibi, büyük sözünden çıkmaktır.“
Hem zaten dünyada insanın kibrini en okşayan şey, sen günahkarsın, denmesidir.
Kişinin kendi kendini suçlaması doyum verici bir lükstür. Kendimizi suçladığımız zaman başka hiç kimsenin bizi suçlamaya hakkı yokmuş gibi gelir. Kişiyi günahtan arındıran itirafın kendisidir.
Genç kalmanın gizi, yüze yakışmayan duygulardan uzak durmaktır.
„Saf, köy yaşantısı. Sabahleyin erkenden kalkıyorlar, çünkü yapacak pek con işleri var; akşamleyin de erkenden yatıyorlar, çünkü düşünecek hiçbir şeyleri yok.“
„Öte yandan kişinin soy yolundan ataları olduğu gibi edebiyat dünyasında da ataları vardı ki, bunlar tıp ve huy yönünden insana ötekilerden daha yakın oluyor, insan onların etkisini daha kesin fark ediyordu.“
„Gerçekten de onun için sanatların en birincisi, en yücesi bizzat Hayat’tı; bütün sanatlar Hayat için girişilen bir hazırlıktan başka bir şey değildi.

Donnerstag, 17. Januar 2019

2018 Okumalari (22) - Havada Bulut



Daha önce de yazmıştım, çok yoğun çalıştığım için tramvay yolculuklarını değerlendirip yanımda sürekli kitap taşıyordum, çoğunlukla bi ay çantamda benimle birlikte seyahat eden kitaplarımın kenarları kirlenip hafiften yıpranıyordu, özellikle Halikarnas Balıkçısı’nın mavisi resmen silindi. Bu duruma bi çözüm bulmak için tramvayda okumak için yanıma olabildiğince ince ve fazla dikkat istemeyen kitapları almaya karar verdim. Akşamları da kalın ve ciddi kitaplarımı okuyacaktım. Tabi bu strateji de tutmadı, ya da Peyami Safa her şeyi alt üst etti diyelim. Yalnızız’ı akşamları evde, Havada Bulut’u da tramvayda okuyordum. Bi vakit sonra Samim’e olan öfkem "Havada Bulut"a da sirayet etmeye başladı. Burada da kadınların hali içler acısıydı çünkü, ama Sait Faik’e kızmıyorum. Zaten hikayeyi nasıl okudum, ne oldu hiçbir şey anlamadım, müthiş bi buhran geçiriyordum Samim’den ötürü. O yüzden diğer Sait Faik kitaplarını bitirdikten sonra bu kitabını yeniden okuyacağım. Şimdilik şunu söyleyebilirim ki, hikayenin kurgulanış şekli çok hoşuma gitti, özellikle ilk 40 sayfa muazzamdı, sonrası benden kaynaklı bi türlü güzel ilerleyemedi.

"Sonra sıra bana geldi, ben de kovama suyu doldurdum, bir aralık kovamın içine baktım ki, aman yarabbi! Suyun içinde bir beyaz bulut yüzmüyor mu? Ne sevindim! Deliler gibi oldum! Çocukluk değil mi? Havadaki bulutu kovama doldurdum, götürüyorum."


PS. Arka kapaktaki fotoğraf bu hikayeye ne kadar da çok yakışmış.

2018 Okumalari (21) - Yalnızız



Maaselef ben bu romanla gereksiz yere yüz-göz oldum. Aslında her şey normal başlamıştı ama 100. sayfadan itibaren ipin ucu kaçmaya başladı. Sinirden spoiler sayılabilecek şeyler yazabilirim, okumanızı tavsiye edebileceğim bi kitap değil ama okumak isteyenler varsa spoiler uyarısını koymuş olayım. Kitabı elime alıp baktığımda çok net görüyorum ki, resmen yazara laf yetiştirmeye başlamışım, hatta bi yerde "bla bla bla" yazmışım. Evet Samim denen karaktersiz beni çıldırttı. Samim mükemmel bi insan, ideal bi ülke tasarısı var, edebiyattan, felsefeden,sanattan, eğitimden, siyasetten en iyi O anlar, en derin ruh tahlilerini O yapar, Sherlock Holmes onun yanında çaylak kalır,Fransızca bildiğini her fırsatta gözümüze sokmaktan çekinmez, MFÖ’nün "peki peki anladık" dediği cinsten bi adamdir ve kendisi kızı yaşındaki biriyle birlikte ama bu sorun değil, hatta kızın annesiyle de birlikteymiş zamanında bu da sorun değil, hatta hatta birlikte olduğu kızın öz kızı olma ihtimali var o hele hiç dert değil, sütten çıkma ak kaşık O çünkü, zerre toz konuduramazsınız ona. Fakat öz kızı olma ihtimali bulunan kızcağız onu aldatınca, "nasıl da inandım" diye suçluyor kendini sanki, Mr Perfect n'apsın (ay bunun Fransizcasi ne acaba), elinden ne gelir, kadınlar böyle, anası da öyleydi zaten. Samim’e layık olmak ne mümkün. Bitti mi bitmedi. Samim’i üzdün mü, yanına mı kalır hiç. Allah cezanı verecek! Feci şekilde can vereceksin, hatta anan da can verecek. Sonra Samim müthiş felsefe ve edebiyat parçalayarak size acıyacak ve en sonunda o harkulade cümlesini yumurtlayacak, çünkü yazarın bu cümleyi kurdurabileceği, daha asil, daha temiz, daha namuslu bi karakter yok bu romanda. Samim’i yazdığı için hiç lafım yok Peyami Safa’ya ama şu cümleyi Samim’e söylettiği için kendisini affedemeyeceğim. Haftalarca, aylarca kavga ettim ben bu romanla, dert sahibi oldum. Hiç bi kitabın başaramayacağı kadar feminist yaptı beni bu roman. Bahsi geçen cümleyi paylaşıp bitiriyorum, nasılsa ne yazsam hafiflemiyor kızgınlığım.

"Ey İnsan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranium’da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden koparak çıkardığın korkunç tahrip aletinin patlayışından yükselecek alevi bekletiyor. Ey bahtsız! Tarihinin hiç bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Labaratuarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin her şey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. Bırak şu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, kov şu kemiyet fikrini,dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah’ ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde her biri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizelerinin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendi kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan manevilere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçük düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metotlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın dar kafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma:
arşı geç, ferşi atla, sidreyi aş,
gör ne var maverada ibrethiz" 


2018 Okumalari (20) - Oyunlarla Yaşayanlar



Bir "çok seviyorum nasıl yapalım" vakası daha, aslında şıpşevdi değilim ama Oğuz Atay kitaplarının bambaşka bi yeri var hayatımda. Tutunamayanlar’dan sonra bi okurun hayatı hiç de eskisi gibi olmuyor zaten. "Selim Işık ile Turgut Özben" her daim bambaşka benim için, bir de işte yeni sevdam "Hayri İrdal ile Halit Ayarcı" var, ha bi de "Ender ile Çetin", çok değil yani.

Oğuz Atay kitaplarını hemen tükenmesin diye tadımlık okuyorum artık. Oyunlarla Yaşayanlar bana Tutunamayanlar’dan bi bölümmüş gibi geldi. "Cemiyete faydalı kitapları neşredebilmek için basmaya mecbur oldukları en mükemmel satan kitapların listesi" bi harikaydı, bknz. Az Gelişmiş Ülkelerde Geri Kalmış Sorunlar. En sevdiğim cümle, en sonda olduğu ve spoiler içerdiği için paylaşamıyorum ama şu tirat da muazzamdı;

Ey zavallı milletim dinle! Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz. Size kendimden örnek vermek istiyorum… 



saffet (gerçek bir telaşla): hayır kendinden örnek verme. (coşkun'u kolundan çeker.) coşkun: (kolunu kurtarır): hayır, milletime hesap vermek istiyorum, kendimle hesaplaşmak istiyorum. yazmağa çalıştığım yarım yamalak oyunlarda değil, gerçekten hesaplaşmak istiyorum kendimle. fakat görüyorsun aziz milletim, aydınlar kolumdan çekiyorlar, beni yerime oturtmak istiyorlar. hesaplaşma sırası kendilerine de gelir diye korkuyorlar. onlara kötü örnek olurum diye korkuyorlar. ey zavallı aydınlar dinleyin! saffet (darılmış gibi): dinlemiyoruz. (coşkun'u yerine oturtmak ister.) coşkun bey, yeter artık... coşkun: yetmez. bu fırsat bir daha elime geçmez. bu fırsatı ben bile kendime bir daha vermem. ey sevgili milletim, kendimde bu cesareti bulmak için dünya kadar içkiyi, çok kısa bir sürede içmiş bulunuyorum. saffet: millet bu sözlerden anlamaz coşkun (konuşmasını aynı biçimde sürdürür): ve böylece samimyet buhranına kapılmış bulunuyorum. ve şunu biliniz ki, yıllardır bütün paramı içkiye yatırmış bulunuyorum ve şimdi karımın kazandığı parayı da içkiye yatırıyorum ve karımın evi geçindirmek için dikiş dikmesini bilmezlikten geliyorum ve her şeyi bilmezlikten gelmiş bulunuyorum: biraz daha rahat yaşayabilmek için evlendiğimi, sevmediğim bir kadının yanına sığındığımı, kaynanamın bunadığını, oğlumun serseri olduğunu resmen ve açıkça bilmezlikten geliyorum. saffet: bizi de kendinizi de üzüyorsunuz. coşkun: sen karışma, ben kendimden hesap soruyorum saffet: acaba bunu yalnız olduğunuz bir sırada yapsanız. coşkun: olmaz. yalnız insan kendine acır saffet: peki bu acımasız hesaplaşmanızın sonu ne olacak? coşkun: suçlu olduğum anlaşılacak ve hayatıma kendi ellerimle son vereceğim.

ALINTERI DEGIL, COPY PASTE BU ARADA  https://www.alintisoz.com/sozler/co%C5%9Fkun:-ey-zavall%C4%B1-milletim-dinle!-(durur)-%C5%9Fu-anda-hep/95680 

2018 Okumalari (19) - Saatleri Ayarlama Enstitüsü



AŞKSIN SEN! Hayatımın romanı diyebilirim Saatleri Ayarlama Enstitüsü için. Yorum yazabilmek için altını çizdiğim kısımları biraz okuyayım dedim ama en başından, yeniden kitabı okuyabilirim, o derece özlemişim. Sadece 2,5 aydır ayrıyız ama ben Hayri İrdal ile Halit Ayarcı'yı ölesiye özlüyorum. Bu aşk değilse ne? Evet deliyim, ki roman da İzzet Mola'nın "Kafamda akıl derdinden biraz eser kaldı, onu da Deliler Sultanı'nın yüzü suyu hürmetine Allah yok etsin." dizeleriyle başlıyor. Şu an akıldan eser yok bende, müptalayım bu romana. Daha roman bitmeden olmayan aklıma müthiş bi fikir gelmişti. "Merhaba, ben Hayri İrdal, kanalıma hoş geldiniz." diyerek bi youtube kanalı açmak! İnanın telif istemiycem, yapsın birisi böyle bi delilik! Romanın üzerine radyo tiyatrosunu dinledim, rahmetli Sadri Alışık'ı da seslendiren Pekcan Koşan, Hayri İrdal'a bambaşka bi ruh vermiş sesiyle. Keşke hikayenin tamamını anlatan daha uzun bi arkası yarın çekilebilseymiş ama bu kadarı bile çok iyi geldi bana.

Lütfen bu kitabı okuyun ve daha çok paylaşın, daha çok kişiye ulaşsın. Romanın ismini ilk kez 2000 senesinde lise hazırlık edebiyat kitabında görmüştüm. Kısa bi okuma parçası vardı orada romandan, bu kitabı mutlaka okumalıyım demiştim kendime ve ancak 18 yıl sonra nasip oldu okumak. Üstelik 1,5 yıldır kitap kütüphanemde öylece okunmayı bekliyordu. Antika Titanik'in sonuna doğru Şifa Şavk, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okuyordu, dedim ki kendime, adres belli marş marş ve hiç tereddüt etmeden kitabı raftan alıp okumaya başladım. Menteş'e teşekkürler, beni 18 yıldır hasretini çektiğim sevdalıma kavuşturduğu için.

Tamam anladık aşıksın da kitabın konusuna dair iki kelam mı etsen, diyorsunuz şimdi. "Hayat benim için iki eli cebinde uydurulan bi masaldı" diyen bi Hayri İrdal günlerden bir gün velinimeti Halit Ayarcı ile tanışıyor. Ve epeyce gelişmiş olaylar daha da gelişiyor...

Kitaba öyle doyamadım ki, Amazondan ucuza ikinci el Almancasını bulabilir miyim diye araştırken, alttaki yorumları okuyunca nasıl gurur duydum anlatamam. Almanlar hakkında en ufak bi eleştiri de bile bulunmamış, hayran kalmışlar onlar da. Hatta birisi Orhan Pamuk'un bi romanında bahsetmesi üzerine bu romanı okuduğunu yazmış. Kader arkadaşım benim.

Mittwoch, 16. Januar 2019

2018 Okumalari (18) - Antika Titanik



"Küçük günah yoktur;her şeyden hesaba çekileceğiz. Büyük günah yoktur; Allah her şeyi affeder." Hammad Dede haklı, önceden belirtmek isterim ki, ben de bu yorumumda fanatik bi Menteş okuru olarak, bol bol hesap sorup nihayetinde Menteş’i affedeceğim ve bunu samimiyetin içtenliklisi, dürüstlüğün doğrusu, diğerkamlığın fedakarcasıyla yapacağım. Tam da bu noktada "çok isterdim… ama hiç istemiyorum." dermişim.

Fedakarlıkla başlayalım o zaman. Kitap 17 Eylülde çıktı 22 Eylülde dönüş biletim vardı. Kitap çıktı ama Uşak’a ben dönmeden gelir miydi? Uşak’ta D&R var mıydı? İnternetten sipariş versem yetişir miydi? Bunca dönüş hazırlığı içinde kitabıma nasıl kavuşacaktım. Mutlu sona ulaşmak için çok çaba sarfettim ve dönmeden bi gün önce kitabıma kavuşabildim.

Dürüstlüğe geçelim. "Menteş bu sen değilsin" dedim durdum kitap boyunca. En çok yadırgadığım kısımlar özetle;
-Tesadüfün iğne deliği zorlama rastlaşmalardan oluşan olay örgüsü
-Çok da felsefi bulamadığım felsefik mevzular
-Zorlamanın zorlaması ters köşe kitap sonu
-Önceki romanlarında bulunan karakterin siyam ikizi karakterler (Şebnem Şibumi-Şifa Savk benzerliği, Korkma Ben Varım’dakine benzer e-mailler, Ruhi Mücerret’teki yaşlılık vurgusu,vb)

Nolur artık bu göz kanatan kitap kapağı tasarımından vazgeçilsin. Bir buçuk saat boyunca kardeşime kahvaltı sofrasında bu romanı hiçbir olayını atlamadan anlattım, kendisi hala hayatta.


Samimiyete gelecek olursam. "Galaksinin tüm çekmecelerinde, ansiklopedinin yanlış ciltlerinde, iyi günde, kötü günde, ıssızlıkta ve izdihamda, duyguda ve düşüncede, hastalıkta ve sağlıkta, mikroskopla ve teleskopla, çiçekler hızla büyürken ve bombalar yavaşça düşerken…“ sadık bi Menteş okuruyum. "Belki, galiba, sanırım, acaba, sanki, bence, muhtemelen, adeta yani." Yeni romanını sabırla bekleyeceğim. "Beklemek demiş Baltasar Gracian, heves ve ihtirastan arınmış, sabırla bezenmiş bir kalbe alamettir."

Aristoteles’ın sözünü ettiği hayatın gerekleri olan, "özgürlük, bilinç, kişilik, şüphe, muhakeme ve eleştiri" birbirine madem ki bu denli bağlı, özgürlüğüm azalmasın diye eleştiriyi bırakmayacağım. Kitapta kendimi bulamadığım için böyle hissediyorum olabilirim. Belki Menteş de "Yazar olmak müthiş şey, hiçbir şey istememeyi kim istemez" diye düşünüyordur. Kitapta altını çizdiğim cümlelerden intihalle yazdım bu yorumu, nasıl bu kadar denk düşebildi hayretler içerisindeyim. Şu alıntıyla bitiriyorum; "Markalı robot, mahalli zombi veya kıdemli köleye dönüşmemek için, yatmadan önce mutlaka yarım saat kitap okuyun!"

BONUS:
"9 ay 10 gün hapis yattım, çıktığımda yeniden doğmus gibi hissediyordum."
"Sürekli alaycılık, ciddi bi depresyon belirtisidir"





2018 Okumalari (17) - Baharda Yine Geliriz



Eylülde Türkiye tatilinden yetmişe yakın yeni kitapla dönünce, kendimce yeni bi okuma stratejisi geliştirmeye çalıştım. Çok yoğun çalıştığım için tramvay yolculuklarını değerlendirip yanımda sürekli kitap taşıyordum, çoğunlukla bi ay çantamda benimle birlikte seyahat eden kitaplarımın kenarları kirlenip hafiften yıpranıyordu, özellikle Halikarnas Balıkçısı’nın mavisi resmen silindi. Bu duruma bi çözüm bulmak için tramvayda okumak için yanıma olabildiğince ince ve fazla dikkat istemeyen kitapları almaya karar verdim. Akşamları da kalın ve ciddi kitaplarımı okuyacaktım. Tabi bu strateji de tutmadı, ama en azından denemiş oldum.

Bizim Büyük Çaresizliğimiz’i okuduğumdan beri, ben her kitabında o tadı arıyorum Barış Bıçakçı’nın ama bulamıyorum. Aramaktan vazgeçmedim hemen hemen her kitabını alıp okuyorum, Ender ve Çetin’e olan aşkım daim olduğundan mıdır nedir, sadık bi okuruyum Bıçakçı’nın.

Kitapta altını çizmek istediğim tek cümle de kapak arkasında yazdığı için, onu bile rahmet edip çizmemişim. Kolay okunan kısa, mütevazı bir rehber.

"Güzel bir kitap okumak ve ömrümün geri kalanını o kitabı okuduğum yerde geçirmek istiyorum," demişti. Sonra da bana dönüp sormuştu: "İnsan güzel bir kitap okuduğu yerden nasıl ayrılabilir?"


2018 Okumalari (16) - Palto



"Yani kendisi hiçbir şey düşünmüyordu ama her biri diğerinden daha hoş düşünceler hiç peşlerine düşmeye gerek kalmadan, birbiri ardına, zahmetsizce ve kendiliğinden zihnine gelmekteydi." Evet Palto deyince tam da böyle oluyorum ben. Akakiy Akakiyeviç isimli anti-kahramanımın hikayesini okuyup, misler gibi kitabın sonundaki açıklamaları okudum. Öncelikle bu açıklamaların kitap sonunda olması harika! 1984 gibi pek çok eserde açıklamaları baştan okuyunca insan "oh spoileri de yedim bakalım nasıl gidecek bu kitap" halet-i ruhiyesinden kendini zor kurtarıyor. Kitap sonu açıklamalarını okuduğumda anlamış oldum ki, "çok cahilim keşke ölsem". Benim için bu küçücük hikaye muazzam bi deneyim oldu, bu yıl Rus Edebiyatına doymak istiyorum.

Söylemesem olmaz, bu sonbahar köydeki evimin balkonunda okudum bu kitabı. Annemin peşine takılıp gelen bi kedi ayaklarımın üzerinde mırıl mırıl uyuyordu ben bu kitabı okurken ve evet kahvem de vardı. "Kitap-kahve-kedi" üçlemesi yapmak şu ahir ömrümde bana da nasip oldu, üstelik mis gibi köy havası da cabası. Kitabı her elime aldığımda o günü hatırlayıp iç geçireceğim, eyvallah.


2018 Okumalari (15) - İnsan Neyle Yaşar



2018 yılında toplamda 17 yeni yazarla tanışmışım, bunlardan biri de Tolstoy. "Hiç düşünmeden hediye edilebilecek bi kitap" şeklinde tavsiye ediliyordu bi videoda, arkadaşıma hediye olarak almıştım. Önce kendim okudum, sonra da hediye ettim, gerçekten güzel hikayeler vardı içerisinde. "İnsan Neyle Yaşar" adlı hikaye ise gerçekten çok etkiledi beni, ne yazsam spoiler olacak o yüzden yorumu hiç uzatmıyorum. Okuyun, hediye edin. Ve fakat benim gibi photoshop işlerine hiç girmeyin, o hiç kolay olmuyormuş :)


2018 Okumalari (14) - Macbeth



Ana dili İngilizce olan kesimi sadece Shakespeare'i orjinal şiirselliyle doyasıya okuyabiliyorlar diye kıskanıyorum desem yalan olur ama ama ben çok isterdim Shakespeare'i orjinal metinlerden okuyabilmeyi. Soneler’i İngilizcesiyle birlikte basan İş Bankası Kültür Yayınlarına da şükranlarımı sunuyorum. 66. Sonenin Can Yücel tercümesini ben bizzat ilave edeceğim kitabın arasına, yapacak bi şey yok. Shakespeare okumaya Hamlet ile başlamıştım, Macbeth ile devam ettim.

2000’li yıllarda bi #yedinumara vardı, ilk kez orda Cansu ile Rüya’nın sayesinde duymuştum Macbeth’i. Rüya inatla martının haykırdığını iddia ediyordu, "Baykuş yazmış rahmetli" diyerek itiraz ediyordu Cansu. "Leydicim Macbeth, beni affet" diyordu bi yerde Cansu, yıllar geçti Macbeth deyince aklıma hep bu replik geliyor, Yedi Numara’yı 88. tekrara izlediğimden de kaynaklanıyor olabilir bu.

Ben hikayedeki cadıları niyeyse sempatik bulmuştum, olası nedenini Shakespeare açıklamış aslında;

"Şeytanın doğru da söylediği olmaz mı bize?
Yalansız bir iki yemle avlayıp bizi
Sürükler kalleşçe uçurumlara"

İronik metinleri çok seviyorum. Satire, ironi, sarkazm, kara mizah metinleri benim için daha da bi okunasi kılıyor her daim.

Hazır yerel seçimler de yakınken, adaylar için harika bi seçim sloganı önerisi paylaşıyorum Shakespeare’den;

"Size hizmet dinlenmedir bizim için
Yoruluruz sizin için çalışmadıkça"


2018 Okumalari (13) - Yeraltından Notlar



Dostoyevski okumak için bu kadar geç kalışıma eskisi kadar kızmıyorum artık, inanıyorum ki her kitabın bir zamanı var. Yeraltından Notlar’ı okuduktan sonra susamışçasına Dostoyevski okumak ihtiyacı nüksediyor. Elimde başka Dostoyevski kitabı olmadığı için başka yazarlara geçtim ama bu eylülde üç romanını daha aldım, onları okumak için sabırsızlanıyorum.

Kitabı bitirdikten sonra instagrama "Birinci bölümde, en iyi kişisel gelişim kitabında dahi bulamayacağınız kadar doğru tespit var kitabın, hey dosto sen kocaman bi çılgınsın. İkinci kısım ise benim feminist damarıma batan, kekremsi bi hikaye, yeraltı adamını sevemedim ama Dostoyu çok sevdim." Şeklinde kısa bi not yazmıştım. Sonradan sevgili turuncupilav ın şu yorumunu görmüştüm "Nietzsche, kendisinden bir şeyler öğrendiğim tek psikolog Dostoyevski'dir demiş. Ben Freud yalan Dosto gerçek diyerek arttırıyorum!" Nietzsche de Dileda da çok haklı!

Söz konusu edebiyat olunca atışmalara bayılıyorum. Koşun kavga var alıntısı: "Biz Ruslarda, genel olarak şu manasız, aklı yıldızlarda Fransız veya Alman romantiklerine rastlayamazsınız; hele Fransızlar, bütün Fransa barikatlarda can vermek üzere olsa, nezaket için olsun değişmez, ömürlerinin sonuna kadar aptal aptal yıldızlara şarkılar söylemeye devam ederler. Bizim romantik, geniş bir adamdır, aynı zamanda madrabazın madrabazıdır. Aman ben de neler söylüyorum! Bizim romantik daima zekidir." Nerde o eski romantikler, söyleyin #sarıyelekliler sokaklardayken kim yıldızlara şarkı söylemeye devam ediyordu?

İbretlik Alıntı: ZEKİ İNSANLAR ASLA Bİ BALTAYA SAP OLAMAZ!


Dienstag, 15. Januar 2019

2018 Okumalari (12) - Gölgesizler



İşte gerçek Hasan Ali Toptaş bu. Gerçekten hakkında yazılıp çizilen tüm övgüleri hak eden bi roman. Yine büyülü gerçeklik… Herkes için geçerli mi bilmiyorum ama bende şöyle bi durum oluşuyor; eğer bi kitabı beğenmemişsem daha fazla yazacak şey buluyorum, beğenmişsem yazacaklarım giderek azalıyor. Aslında böyle olması da doğal, "asıl yazılması gerekeni romanda yazmış biri var, benim yorumumla boşuna vakit kaybetmeyin, gidin bi an evvel bu romanı okuyun" demek en mantıklısı zaten.

Kitapta altını çizdiğim o kadar çok güzel cümle var ki. Ve ben yine yazarla kavga etmeyi başardım romanın o son cümlesi yüzünden. O cümleyi okuduğum an üzerini binlerce kez karalamak istedim. N'olur biri bu cümleyi kitaptan çıkarsın diye bağırmak istedim! Sinirden titreyip, iğrenç gerçek suratımıza şırak diye vursun diye yazılmış o cümle, eyvallah! Bir de Hasan Ali Toptaş’tan şu sorunun cevabını istiyoruz artık; "Kar neden yağar kar?"

Filmi de varmış kitabın ama fragmanda Ertan Saban’ı öyle görünce, yüreğim bu dozda bi ezilmeye hazır değil diyerek erteledim ama Candan Erçetin kitabı o kadar güzel özetleyen bi şarkı yapmış ki, hikayesini bu kadar iyi anlatan bi şarkı daha yoktur herhalde.



2018 Okumalari (11) - Kuşlar Yasına Gider



Tavsiyelerine güvendiğim ve edebi zevklerimizin uyuştuğu kişilerce çokça önerilen bir diğer isim Hasan Ali Toptaş. Kitap alışverişi yaparken biraz indirim vardı ve ben yedi romanını birden aldım Hasan Ali Toptaş’ın. Hayat kurtaran bi tavsiye. Yeni bi yazarla tanıştıysanız ve size rehberlik edecek başka bi bilgiye de ulaşamamışsanız, yazarın ilk romanı ile başlangıç yapın. Eğer sadece Kuşlar Yasına Gider romanını almış olsaydım, belki de yıllar boyunca başka bi Hasan Ali Toptaş kitabı okumazdım. Çünkü beklentim nirvanaydı. İyi ki diğer altı romanını da almıştım. Gölgesizler’i okuyarak tanışsaydım Hasan Ali Toptaş’la kendimi daha şanslı hissedecektim, neyse kısmet değilmiş.

Kitabın son iki sayfası herkes gibi beni çok etkiledi, ama özellikle tekrarlanan Ankara-Denizli yolculukları kısmı bana çok zorlama geldi, Uşak asfaltı tamlamasını her okuduğumdaysa ayrı bi keyif aldım bunu da itiraf edeyim.
(Yazarın ve sevenlerinin affına sığınarak naçizane fikrimi yazmak zorundayım) Kızıl sakallı akademisyene, "benim hayatımın doğrusu budur", diyebilmek için de yazılmış gibi geldi bana bu roman ve bu benim hiç hoşuma gitmedi. Tabi böylesi durumlar "dışı seni içi beni yakar" mevzular ama bi okuyucu olarak bana hiç keyif vermedi. Evet iyi ki kitaplığımda Gölgesizler vardı. Ve ben yaptığım yanlışın farkına varıp, hemen Gölgesizler okumaya başladım.

Montag, 14. Januar 2019

2018 Okumalari (10) - Yedinci Gün


Ve rüya biter, çünkü sevmek de yorulur. Kendime kızıyorum aslında, ard arda üç İhsan Oktay Anar romanı okumak niyedir? Puslu Kıtalar Atlası ve Suskunlar o kadar büyüleyici kitaplardı ki durduramadım kendimi, Yedinci Gün’ü de okumaya başladım. Kitabın yazılış amacını tam olarak kavrayamadım ben, bir de Suskunlar’da başlayan acaba yine kime ve neye gönderme yapıyor sorunsalı okuma zevkimi hayli düşürdü. Sarıkamış’a bile göndermeler vardı, tam olarak ne denmek istedi o kısımda hiç anlamadım. Kitap hakkında istesem de spoiler verebileceğimi sanmadığım için uyarı koyma gereği duymadım bu sefer. Haksızlık edemem gerçekten iyi bi roman ama ben hikayenin içine giremedim galiba. En beğendiğim kısım "insanlık tarihi"nin belli başlı olaylarının anlatıldığı kısımdı. Misal şu kısım;

Günün birinde Sezar nam bir paşa, ordusuyla alkışlar arasında Roma’ya girdi. Herkes onun iktidarı alıp ona buna çatarak zorbalık yapmak istediğini zannetmişti. Ama onun amacı iktidarı değil, çocukluğundan kalma Gülgoncası’nı almaktı. Fakat nerede ve kimde olduğunu bilmiyordu. Asker olmasına rağmen sormaya da cesareti yoktu, sadece senatoda moruklar onu bıçaklarken evlatlığı Brütüs’e, "Sende mi Brütüs? diye sorabilmişti.

Burada hiç şüphesiz "-de" bitişik yazılmalı ve evet bu ekşi sözlüğe bile konu olmuş. - (Kitabı anlayabilmek için okumadığım yazı kalmadı internette.)- Gerçi ben "-de" mevzusunu bile gözden kaçırmışım çünkü yukarıdaki paragrafa hunharca gülmüştüm. Hınzır Anar, taa Yurttaş Kane’nin Rosebud’ini Sezar’a layık görmüştüm. Göndermeler bu kadar çok olunca, işin içinden çıkamadım zaten, ama yine çok eğlendim, Anar’ın mizah anlayışını seviyorum.
"Kitabı yedi uyurlara yazdırırken eleştirmenleri de düşünüp, kitabın kusurlarını rastlayıp sevinsinler, tatmin olsunlar diye onlara sadaka olarak verdi" şeklinde bi ifade ile bitiyor kitap ve ben tüm iyi niyetimle "yazar hikayenin olduramadığı eksik taraflarının farkında  ve bunu açık yüreklilikle itiraf etmiş" şeklinde bi anlam çıkardım bu cümleden. Gerçekten yoruldum, şimdi dinlenme… Yeterince dinlendikten sonra ilerki yıllarda kalan Anar kitaplarına da bi şans veririz elbet.

2018 Okumalari (9) - Suskunlar



Müzik ve edebiyat sevdalısı herkesin kütüphanesinde bulunması gereken bi şaheser diyebilirim Suskunlar için. Özellikle tüm müzik öğretmenlerinin ve müzisyenlerin okuması gereken bi kitap bence. Spoiler vermeden bu kitaba dair bi şeyler anlatmak gerçekten zor. Kitap bende "anlatılmaz yaşanır" denilebilecek tarifsiz hisler bıraktı. "Hayat kadar gerçek, düş kadar inanılmaz"… Kitabı bitirdikten sonra kitapla ilgili o kadar çok şey okudum ki, hatta Harun Tekin’in bi videosu vardı, dünya batsa uzaya giderken yanımda götüreceğim ilk kitap Suskunlar diyordu. Harun Tekin’e hak vermemek elde değil.

Yorumun bu kısmı SPOİLER! İhsan Oktay Anar’ın "en çok ilgimi çeken kitaplar Tanrı’nın yazdıklarıdır" şeklinde bir sözü vardı yanlış anımsamıyorsam. Suskunlar kitabı temelde "baba, oğul, kutsal ruh" üçlemesi üzerinden ilerliyor, ama sayısız tarihi ve kutsal metine gönderme var. Hz. İsa’nın dirilttiği ölünün ismi İncil’de "Lazarus" olarak geçiyormuş, kitapta Lazar adında bi karakter var. Yine Habil de Kabil’e dair Kur’an’da geçen ayetteki karga ayrıntısını atlamayan ince bi işçilik var bu kitapta. Acaba daha bilmediğim kaç gönderme vardır diye düşünüp, kitap hakkında yazılan tezleri okurken buldum kendimi bir anda. Doğru tespitlerin yanında bol bol tuhaf yorum okudum. Hatta bi blogtaki kitap yorumunun altında, çok uzun bi kavga vardı burda hatırlayıp canımı sıkmak istemiyorum. Kitabı bitirdikten sonra şöyle bir şey yazmışım bi köşeye, onu da eklemezsem olmaz.

"Kitabın sonunda uzun boylu çekik gözlü İhsan Oktay Anar ile karşılaştım yine, Suskunlar'da da gelenek bozulmamış, tıpkı Puslu Kıtalar Atlası'ndaki gibi. Bambaşka bi ilhamla yazıyor bu çekik gözlü adam, şimdi saçlarımı tepeden sımsıkı bağlayıp yeterince çekik gözlü olduğuma inanınca bi müddet ilham bekleyeceğim, boydan kaybetmesem bari" :)

2018 Okumalari (8) - Puslu Kıtalar Atlası



İhsan Oktay Anar’dan övgüyle bahsedilen bi kaç paylaşım görmüştüm öncesinde, özellikle Puslu Kıtalar Atlası’nın çizgi roman olarak yayınlanmasından sonra daha sık karşıma çıkar oldu İhsan Oktay Anar ismi. Hatta bi paylaşım vardı, içeriğini tam hatırlamıyorum ama günümüz Türk yazarları içerisinde en değerli isimlerin İhsan Oktay Anar ve Hasan Ali Toptaş olduğundan bahsediyordu. İnternetten kitap siparişlerimi verirken SPOİLER yemeden, hangi kitaplarını alsam acaba diye çok fazla araştırma yaptım ve nihayetinde fazla abartmamak için 3 roman seçtim kendime ve gerçekten çok doğru tercihler yapmışım.

Kitabı okurken, "33 yaşımdayım, hayatımda bu kadar güzel bi roman okumadım" diyip durdum sosyal medyadan. Roman beni resmen büyüledi, kitap bittiğindeyse "çok güzel bi düş gördüm" dedim kendi kendime. Tekrar tekrar okumalık muazzam bi şaheser! Büyülü gerçekçilik buysa, açtım kalbimi Borges’ler, Carpentier’lar, Marquez‘ler de gelsin diyip o kitapları da önce sepete sonra kütüphaneme ekledim, okunmayı bekliyorlar hala, onlara da sıra gelecek.

Çok sevdiğim romanlar hakkında fazla bi şey yazamıyorum ama okuyun, okutun diyebiliyorum sadece.

Sonntag, 13. Januar 2019

2018 Okumalari (7) - Değirmen



Açıkçası durmaksızın Sabahattin Ali okuyabilirim. Kürk Mantolu Madonna’dan sonra akıl edip Değirmen kitabını almışım. Kitabı bitirdikten sonra kızdım kendime, neden tüm kitaplarını almadım sanki diye ama acısını eylül alışverişinde çıkardım, bu yıl bol bol Sabahattin Ali okumak istiyorum. Tüm öyküler çok iyiydi ama "Kurtarılamayan Şaheser" tam bi "yazan adam sorunsalı" ile bezeliydi. Yazmak başlı başına bi delilik. 
BAZILARI HİÇ DELİRMEZ
KİMBİLİR NE KÖTÜ HAYATLARI VARDIR diyerek avutsunlar kendilerini artık, ki biz doyasıya okuyabilelim.
"Kırlangıç" adlı öyküde "Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki. Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?" gibi cevabını asla bulamayacağımız bi soru soruluyor.
Artık sözlükte karşısında eski yazan kelimeler var. Eski kelimelerle yolculuğum Orhan Veli’nin mektupları ile başlamıştı, Oğuz Atay ve Sabahattin Ali ile devam etti, hiç rahatsız olmadım, sözlükle kitap okumayı seviyorum ben. Bir de şöyle bi gerçek var ki, cümlede belirli bi musikiyi yakalamak için kelime dağarcığınızın geniş olması çok önemli, örneğin "hiddeti manasız bulan bir rikkat" tamlaması müthiş bir musikiye sahip değil mi! Özellikle bu tamlama bana  "Firkat-i bir telaş gibi olunca insanın, sırra kadem basıyordu dikkati" şarkısını çağrıştırdı. Cüneyt Ergün’ün bu tarz şarkılarından da ayrı keyif alıyorum. Her fırsatta açıp sıkılmadan okumalık öyküler var kitapta. "Zaten sıkmadan uzun uzun anlatmasını bilen yegane geveze denizdir" diyor Sabahattin Ali ve kesin denizle yakın bi akrabalığı var.

2018 Okumalari (6) - Leyla ile Mecnun



Beş yılı aşkın zaman sabırla bekledik "asıl hikayenin finalini". Daha fazla bekleyemezdim, Avusturya’daki bi kitapçıdan sipariş verdim kitabı çıkar çıkmaz. Leyla ile Mecnun benim için o kadar özel bi yerdeki, bu hikaye sayesinde o kadar çok yeni ve güzel şey keşfettim ki. Afilli Filintaları, Oğuz Atay’ı, Selçuk Aydemir’i… Saymanın faydası yok bu liste bitmez. Sayısız filme, şiire, hikayeye, olaya, hatta "Emel & Edal" a bile atıfta bulunan bi göndermeler silsilesi vardı, evet İbrahim Selim’i de bu dizi sayesinde keşfetmiştim:) Şu an sosyal medyada takip ettiğim hatırı sayılır bir çoğunluk, Leyla ile Mecnun izleyen kafadaşlarımdır.
Kitabı çok garip duygular içinde okudum, tüm kitapları yorumlarken kişiselleştiriyorum ama bu kitaba dair kişiselleştirmelerim sanırım nirvayana ulaşır, o yüzden siz de okuyun, biz de kişiselleştirin diyorum sadece. Burak’a bize "döngüsel" bi hikaye armağan ettiği için ayrıca teşekkür ederim, Erdal Bakkal’ın maceralarını 2019 bitmeden istiyoruz!
Minik bi alıntı:
"Hayat dediğin uzun bi yol. Ve bu yolda seninle beraber yürüyen insanlar var, yolda kaldığın zaman sana yardım edebilmek için. Yolda rastladıkların var, yanındakilerin kıymetini daha iyi anlayabilmen için. Yoluna taş koyanlar var, yürüdüğün yolu zehir etmek için. Bir de seni yarı yolda bırakanlar var, kendi başının çaresine bakabilmeyi öğrenebilmen için. Herkesin kendi doğrusu var ve herkes kendine göre haklı bu hayatta. Bu yüzden sonuca varamıyor hiçbir tartışma."

2018 Okumalari (5) - Dönüşüm




Kafasına estikçe sınavlara giren biri olduğum için, "Almanca-Türkçe" tercümelerin yapılacağı iki sınavım için, kendime hediye olarak aldırdığım Verwandlung kitabını okumaya karar vermiştim. Önce Türkçesini sonra Almancasını okuyup sınava hazırlık yapacaktım güya. Hikaye o kadar yıprattı ki beni, hiçbir sınav hayat sınavı kadar çetin değildir deyip, Almancasını okuma işini başka bahara bıraktım. "Tercüme, ormanda ağaçları kaybetme sanatıdır" demişsin, iyi demişsin ama ağaç kalmadı dayanıp nefes alabileceğim, kelimeler tüm anlamlarını yitirdi, tercüman nefes alamıyor, şeklinde triplere girdim.

Kitap hakkında hariçten gazel okumak istemiyorum. Bazı kitaplar var "Palto" gibi "Dönüşüm" gibi rehbersiz okunmuyor. Eğer sizin de Almancası sular seller gibi olan çok bilmiş bi kız kardeşiniz olsaydı ve sizi sürekli "sonunu söyleyeyim mi" tacizleriyle darlasaydı, siz de benim yaptığım hataya düşüp, "ee ne oldu bunun sonunda" şeklinde cevaplar arardınız. Ahmet Cemal kısa ve doğru cevaplar vermiş aslında öyküye dair. "Birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen son aile yapıları yeryüzünden silinene değin, Kafka’nın Dönüşüm’ü gerçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır." Şimdilik bu açıklama benim için yeterli geldi, diğer Kafka kitaplarımı bitirdikten sonra belki Kafka’nın baba psikozuna (Hayri Irdal'a selam olsun) da giriş yaparım ilerde. Kafa açan iyi bir öykü, elbet bi gün Almancası da okunacak!
"Gregor Samsa bi sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bi böceğe dönüşmüş olarak buldu."
Yalnız iyi ki bu kitap üzerinden tercüme olaylarına girmemişim, daha temel kelime olan "Ungeziefer"da bi sorunsal başlıyor. Burada böcekten daha ziyade tüm haşereleri kapsayan genel bi isim kullanılmış, zaten kitap sonunda derlenen mektuplarda da Kafka, kitap kapağında böceğin resmini çizmeye uğraşmasınlar, böceğin resmi çizilemez derken biraz da bunu kastetmiş galiba. Herneyse diyip bitiriyorum anladım ki Dönüşüm’e yorum öyle kolay kolay yazılamaz!


2018 Okumalari (4) - Peri Gazozu



Sosyal medyada bu kitap her paylaşıldığında, kitabın ismi de çok sevimli olduğundan mıdır nedir, içerik hakkında daha uçucu ve hafif beklentilerim vardı. İyi mi kötü mü bilmiyorum ama kapak arkalarını okumak hiç âdetim değildir, yıllardır karşıma sıklıkla çıkan, tavsiye edilen, çoğunluğu klasiklerden oluşan bi alışveriş listesi yapıyorum kendime. O yüzden ne kitabın konusuna takılıyorum, ne de arka kapak yazılarına. Peri Gazozu’nu elime alıp, ilk iki-üç bölümü okuyunca öyle sarsıldım ki, hiç böyle bi içerik beklemiyordum. "Aşk olsun be adam, nasıl yaşadın, nasıl yazdın!" diye diye bitirdim kitabı. O kadar bizden, o kadar gerçek, o kadar acı hikayeler var ki…
Kitabı okumaya başlamadan yaklaşık bir ay öncesinde kafama sil baştan tıp okumayı koymuştum, tıp okumayabilmek için özel bi sınav var Avusturya’da. Oturup sınav sorularına bakıp ufaktan hazırlanmaya bile başlamıştım. O süreçte İza’nın Şarkısı’nı okumuştum. İza da doktordu ama kitabın konusu hiçbir şekilde İza’nın doktorluğu üzerinden ilerlemiyordu. Tevafuk diyelim, ardından Ercan Kesal’ın doktorluk tecrübelerini okudum. Aslını isterseniz Türkiye’de liseyi bitirdiğim için burada sil baştan kimya, fizik, biyoloji çalışasım gelmedi Almanca. Ayrıca sınava talep çok olduğu için kazanmak da çok kolay değildi, hem benim neyimeydi 32 yaşından sonra tıp okumak. Ercan Kesal da anlatıyordu işte, kolay değildi o beyaz gömleğin hakkını vermek. Ben de yazılım öğrenmeye karar verdim. Evet her iki ayda bir yeni bir şeye kafayı takıyorum ben.

Ercan Kesal’a her bakımdan gıpta ediyorum, kitabı okuduktan sonra TEDx konuşmalarını dinlemiştim, bir de kendi kitaplarından ve yazma rutininden bahsettiği bir video var izlemenizi tavsiye ederim. Yaklaşık dört yıldır Türk dizisi falan izlemediğim için Çukur izlemiyorum ama kesin Ercan ile Erkan çok sağlam bir iş çıkarıyordur orda da.

Kitap arkası yazılarını çok okumuyorum dedim ama şu an elime alıp bakınca söyleyebilirim ki, kitap hakkında fikir sahibi olmak açısından çok iyi bi arka kapak yazısı hazırlanmış, burada paylaşmak isterim:

Hayatın en yalın ve en efsunlu meseleleri, ölüm ve yaşam, annebaba-çocuk arasındaki zor muhabbet, büyümek ve yaşlanmak üzerine… Vefalı bir oğulun gözüyle. Bilhassa ölümün, ölümle başetmenin olağanüstülüğü ve olağanlığı üzerine… “Alışmaya” direnen bir hekimin gözüyle. Taşranın sıcak kucağı ve serin kasveti üzerine… Orayı hem içinden hem dışından bilen bir evladının gözüyle. Türkiye’nin ipin ucundaki yakın tarihinin gölgesi… Kalbi avucunda birinin gözüyle. Ercan Kesal’dan, aynanın kenarındaki fotoğraflar misali hayat parçaları, sohbet makamında insan hikâyeleri.

"Okumak iptiladır, müptelalara selam" diyen İLETİŞİM sen de iyi ki varsın. Küçük bi alıntı ile bitiriyorum:

"Farkında mısınız, sahip olduklarınızın, başkalarının da işine yarayabileceği bir büyük sofradır yeryüzü?"

Samstag, 12. Januar 2019

2018 Okumalari (3) - Iza'nın Şarkısı



Okuduğum kitap sayısı o kadar az ki, bu yaşıma bu kadar az kitapla nasıl gelebildim diye hep kendime kızıyorum. Ve bu geç kalmışlık hissiyle hep "doğru kitaplar" okumak istiyorum. Fikirlerine güvendiğim ve yıllardır (artık sayamıyorum) takip ettiğim edebiyat sevdalılarının tavsiyelerini ve okuduklarını takip ederek kendime her yaz bi alışveriş listesi çıkarıyorum. Geçen yıl sevgili enaryo 'nun tavsiyesi üzerine üç romanını aldım Magda Szabo’nun. Gerçekten bu denli tesiri altında kaldığım bi tavsiye okumamıştım daha önce, enaryo anlatıyor:

"Bundan 9 sene kadar evvel okumuştum bu kitabı. Okumaya karar verme hikâyem, benim için kitabın ayrılmaz bir parçası. O vakitler bir kitapçıda çalışıyordum. Bu kitap yeni çıkmıştı, ön raflardan birine koymuştuk. Bir gün, ben tam da bu kitabın yakınlarında bir yerde dururken kapıdan bir hanımefendi girdi. Ama öyle böyle bir girmek değil. Eşikten adım attı ve hemen arayan gözlerle etrafa bakmaya başladı. Yüzünde de çok acayip, bugün bile tanımlayamadığım bir ifade. Boynumdaki kartı görünce kararlı adımlarla bana yaklaştı, yanımdan geçti, raftan bu kitabı aldı, bana döndü ve "Bu yazarın ne kadar kitabı varsa istiyorum. Var di mi başka kitabı?" dedi. Büyülenmiş gibiydi ifadesi ya, çok enteresandı. Ben bir an böyle kalakalınca, "Az önce bitirdim bunu, muhteşemdi. Muhteşem. Hemen diğer kitaplarını okumam lazım," dedi. Hani sanki acil kan gerekiyormuş gibi bir çaresizlik içinde söylüyordu bunu. Yazarın arka tarafta bir kitabı daha olduğunu biliyordum, kadına "buyrun," dedim, beraber yürüyoruz ama kadın kendi kendine konuşur gibi sürekli, "Muhteşem, gerçekten muhteşem," diye tekrarladı yol boyunca. Kadının etkilenmişliği beni öylesine etkiledi ki hemen o akşam internetten sipariş verdim kitabı. (Evet, kitapçıda çalışırken imternetten sipariş verip adres olarak da mağazayı veriyordum ama o apayrı bir hikâye.) Gelir gelmez okudum tabii. Kitabı bitirdikten sonra uzun süre başka bir kitaba başlayamadım ben. Haftalarca karakterlerin hikâyenin bittiği yerden sonra neler yapmış olabileceğini hayal ettim. Artık görüşemediğim arkadaşlarımmış gibi... Bir ara babam gelmişti istanbul'a, o ara okudu, çok beğendi o da. Bir sonraki gelişinde beraberce yky'nin istiklal'deki mağazasına girmiştik, Szabo'nun iki kitabını görmüşüz ikimiz farklı raflarda, hızla dönüp birbirimize baktık. Sonra güldük, kitapları aldık ve gezimizi uzatmadan eve dönüp okumaya başladık.
Şimdi tüm bunları niye anlattın derseniz, epeydir baskısı olmadığından kimseye öneremiyordum bu kitabı. Benden isterler, yok diyemem, kitap geri gelmez diye korkuyordum. Şimdi Yky yeniden bastığı için gönül rahatlığıyla önerebilirim. Okuyun bunu. Sonra Kapı'yı ve Katalin Sokağı'nı da okuyun hatta. Bir de Yavru Ceylan var. Onu da.."


Naçizane benim kitap hakkındaki düşüncelerime gelecek olursam. Ben çok kişiselleştiriyorum bazı kitapları, o sebepten asla objektif yorumlar yapamıyorum. Kitap benim içimi çok acıttı. Hatta içim içimi yedi bitirdi. Şu bi kaç cümleden daha fazlasını yazamamışım kitap bittikten sonra;
"Kitaptaki karaktere mi, yazara mı, kendime mi, "empati" kelimesinin bizatihi kendisine mi kızdığımı kestiremiyorum şu an ama basit hayatlar yaşıyoruz, bırak yani başımızdakini anlamayı kendimizi bile anlamaktan aciziz, çok içimi acıtan bi kitap oldu, kendime küseceğim bi iki saat, eyvallah Magda Szabo."
İza’ya, İza’da kendimi gördüğüm taraflarıma karşı nefretim azalsa da, "Ah evet bi Antal var" bu kitapta diyerek titriyor yüreğim hala. Bi roman ki hayat gibi, bi Antal ki rüya gibi, hadi yüreğim iyi uykular!