Dienstag, 22. April 2014

Yedi Güzel Adam



Geçiyor, pervasızca geçiyor
Çıngıraklı kuyruğunu sallayıp zaman
Artık soğuk ve kimsesiz geçtiğimiz sokaklar
Zarif bir hüzünle çiziyor aklımda seni gece
Boşlukta kırık bir dal yüreğim, kederiyle sallanan

Bütün şehir uykusunda ölü bir yılan
Bütün şehir, biz ayrıyken hayalet bir gemi
Telaşlı bir vedayla tam kalbinden su alan
Artık yollar uzun, yollar aramızda dert
Yedi dinmez kederiz, uslanmaz yedi güzel adam.


Dönmek...
Sılaya...
Çocukluğuna...
Okuluna...
Lise yıllarına...
Babaevine...
Yarine...
Kendine...
Dönmek...
Bi lastik tekerlek gibi...
Dönmek...

O güzel müzik eşliğinde ne kadar güzel bir Maraş'a dönüş sahnesiydi. Boğazıma düğümlenmeye başladı hatıralar, ki ben Yılmaz Erdoğan kadar güzel anlatamam eve dönüş hikayelerimi..."Sonra iniyordum otobüsten çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum. Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda."

Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi Su dolu kabarcık.
Bulunmaz bu halden anlar bir ilim;
Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.  

Evet bu sahne dağladı kalbimi. Aklımın yırtık çuvalından, bulup çıkardım yine yeniden "yazmak aşkını"... Kalbimin söküklerinde henüz dikiş tutturamamış bi yazmak aşkını...


Yazmak yaralarıma merhem oluyor...
İçimin yangınını dindiriyor şu ateşim...
Yazmak başka türlü bir şey...
Sıcacık karnında insan hayatı büyütüyor be Erdem!
Kendini iyileştirmek gibi...
Sevilir mi dersin acaba yazdıklarımız?

Henüz 7 güzel adamın yedisinin de biyografisini okumadım şimdilik sadece Erdem Bayazıt ve Cahit Zarifoğlu'na dair bi şeyler okudum. Hangi CVde bi Alman Dili Edebiyatı görsem hemşehrimi görmüş kadar seviniyor, sonrasında erkenden kaybetmiş gibi üzülüyorum, hep aynı his değişmiyor yıllardır, ki gibisi fazla, erken kaybettim!

En bi nefret gelsin sahnesi: Emine sahneleri... Niye var ki Emine bu hikayede? Emine'nin marifetlerini görüp susan bi Erdem neden var? Ben kendi kendimi sorgulayıp durayım diye mi... "İmtihan" diyip kabul edebildiklerim kadar varım işte, sus otur sıfır, diyeyim diye mi kendime???? Kızmayayım Emine'ye, kızmayayım mı????? Neden neden neden? İçimdeki nefret kuyularında sivri sinekli bi bataklık var, vicdanım vızlayıp durdukça küf tutmuş nefretlerim fokurdamaya başlıyor yavaştan, "sen kuyusun, yanardağ değil, nefret kuyususun, ancak sinekler vızıldar bataklığında, kendine gel" demek zor hayli, o sebepten Emine'yi gönderin bi an evvel bu hikayeden. "iyilik yapmak" insana bu kadar yük gelmesin. Beslediği karganın oyduğu gözle kibirlenen bi firavun homurdanıp durmasın içimde, yeter!!!

En kulağa küpelik sahne: Cahit Zarifoğlu, Necip Nazil sahnesi... 
İlla bi sebep mi lazım ben sevdim işte sahnesi: "Hırçın Bir Döngü" melodisi eşliğinde duvarı ziftle boyadıkları sahne...
En bi mazi kalbimde yaradır sahnesi: Odanın kapısını açıp dergi için çalışmalarını anlatan liseli arkadaşlarını hatırlayan "ultra gıcık takma bıyıklı" Erdem sahnesi...


En bi içimde kelebekler sahnesi: Camdan Cahit'ini gören Zehra'nın sevindirik halleri...




Tüm izleyicinin kalbinde en az bi mansiyon kazanmıştır herhalde sahnesi: Ardıç ağacı, tazyikli yağan yağmur, enfes şiir, iki deli adam...



Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik,
Dayandıkça çisil çisil yağacak.
Bu yağmur, delilik vehminden üstün,
Karanlık, kovulmaz düşüncelerden.

Cinlerin beynimde yaptığı düğün,
Sulardan, seslerden ve gecelerden... 


Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen