Sandal,
takvim, ekmek…
"Çok kolay
yalan söylüyorsun, bi erkek bu kadar kolay yalan söylüyorsa…" Olcay’ın eksik
bıraktığı yüklemi izledik üçüncü bölümde. Kumarda kazanılan sandalın sahipleri
Havva Ana’yı boğazlıyorlardı az daha. Ömer tam bi serseri ama serserilikleri
Yusuf Abi’sine altın damlası şakalar yapmasıyla sınırlı değil ne yazık ki. Ama
ama cok tatlı gülümsemiyor mu bu serseri <3
Yusuf’a
yapılan hasta ziyaretleri harbiden çok keyifliydi. Remzi tone masterine bol
curcunalı bi müzik ziyafeti ile geldi, Ömer estetik cerrahi hizmetleriyle
bezeli bi şaka ziyafetiyle. Ama ziyafetin kralını Önem getirdi, zeytinyağlı
yaprak sarması, patlıcan, arnavut ciğeri, içli köfte, lahana dolması, salata,
barbunya, Antalya usulü tahinli piyaz, bi de tatlı asure...
Bi
hastahane odasının penceresinden şehiri izliyor Yusuf. "Kulaklarım tıkalı mıydı,
hayata sağır mıydım bunca yıl? Dinle…" Yusuf’un güzel bi cümle bulduğundaki “Çok güzel ya” tepkisine
bayılıyorum.
"Ben bakarken kanayan bi şehir oluyor
yüzün…"
Ali… "Hayatının en güzel yerinde kalakalmış." Takvimler ondan
neler çalmış farkında değil, sadece uyuyor. Yıllar geçmiş ama… Önem ile aynı
kaderi paylaşıyorlar aslında, yıllar geçmiş ama hala yeni gelin Önem.
Ve Olcay... İş araması gerekiyor ama korkuyor “elinden ne iş
gelir” sorusundan.
Ve karanlık bi sokakta ağlarken buluyor sanki yeni bi umut
ve ekmek kapısı… Olayları hiç egzajere etmeden, öylesine naïf anlatıyor ki
Olcay’ın çaresizliğini Ali Ulvi Hünkar. Ansızın düşen iki damla gözyaşınıza
şaşıyorsunuz. Dizi özetlemeyi zaten beceremiyorum, bir de naïf bi kalemden
çıkanları çok fazla arabeskleştirmeden anlatmam lazım, sanırım bu da işimi daha
da zorlaştırıyor ama bu ekmek sahnesinden sonra tam manasıyla hikayenin
içerisine girmeye başlamıştım, kaçıncı tekrar bilmiyorum ama her seferinde
ağlıyorum.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen