Mittwoch, 1. Oktober 2014

Yeditepe İstanbul 3. Bölüm



Sandal, takvim, ekmek…
 
"Çok kolay yalan söylüyorsun, bi erkek bu kadar kolay yalan söylüyorsa…" Olcay’ın eksik bıraktığı yüklemi izledik üçüncü bölümde. Kumarda kazanılan sandalın sahipleri Havva Ana’yı boğazlıyorlardı az daha. Ömer tam bi serseri ama serserilikleri Yusuf Abi’sine altın damlası şakalar yapmasıyla sınırlı değil ne yazık ki. Ama ama cok tatlı gülümsemiyor mu bu serseri <3


Yusuf’a yapılan hasta ziyaretleri harbiden çok keyifliydi. Remzi tone masterine bol curcunalı bi müzik ziyafeti ile geldi, Ömer estetik cerrahi hizmetleriyle bezeli bi şaka ziyafetiyle. Ama ziyafetin kralını Önem getirdi, zeytinyağlı yaprak sarması, patlıcan, arnavut ciğeri, içli köfte, lahana dolması, salata, barbunya, Antalya usulü tahinli piyaz, bi de tatlı asure...


Bi hastahane odasının penceresinden şehiri izliyor Yusuf. "Kulaklarım tıkalı mıydı, hayata sağır mıydım bunca yıl? Dinle…" Yusuf’un güzel bi cümle bulduğundaki “Çok güzel ya” tepkisine bayılıyorum.
"Ben bakarken kanayan bi şehir oluyor yüzün…"

 
Ali… "Hayatının en güzel yerinde kalakalmış." Takvimler ondan neler çalmış farkında değil, sadece uyuyor. Yıllar geçmiş ama… Önem ile aynı kaderi paylaşıyorlar aslında, yıllar geçmiş ama hala yeni gelin Önem.



Ve Olcay... İş araması gerekiyor ama korkuyor “elinden ne iş gelir” sorusundan.


Ve karanlık bi sokakta ağlarken buluyor sanki yeni bi umut ve ekmek kapısı… Olayları hiç egzajere etmeden, öylesine naïf anlatıyor ki Olcay’ın çaresizliğini Ali Ulvi Hünkar. Ansızın düşen iki damla gözyaşınıza şaşıyorsunuz. Dizi özetlemeyi zaten beceremiyorum, bir de naïf bi kalemden çıkanları çok fazla arabeskleştirmeden anlatmam lazım, sanırım bu da işimi daha da zorlaştırıyor ama bu ekmek sahnesinden sonra tam manasıyla hikayenin içerisine girmeye başlamıştım, kaçıncı tekrar bilmiyorum ama her seferinde ağlıyorum.

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen