Açıkçası durmaksızın Sabahattin Ali okuyabilirim. Kürk Mantolu Madonna’dan sonra akıl edip Değirmen kitabını almışım. Kitabı
bitirdikten sonra kızdım kendime, neden tüm kitaplarını almadım sanki diye ama
acısını eylül alışverişinde çıkardım, bu yıl bol bol Sabahattin Ali okumak
istiyorum. Tüm öyküler çok iyiydi ama "Kurtarılamayan Şaheser" tam bi
"yazan adam sorunsalı" ile bezeliydi. Yazmak başlı başına bi delilik.
BAZILARI HİÇ DELİRMEZ
BAZILARI HİÇ DELİRMEZ
KİMBİLİR NE KÖTÜ HAYATLARI VARDIR diyerek avutsunlar
kendilerini artık, ki biz doyasıya okuyabilelim.
"Kırlangıç" adlı öyküde "Koşmaktan görmeye
vaktimiz olmuyor ki. Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye
yaşıyoruz?" gibi cevabını asla bulamayacağımız bi soru soruluyor.
Artık sözlükte karşısında eski yazan kelimeler var. Eski
kelimelerle yolculuğum Orhan Veli’nin mektupları ile başlamıştı, Oğuz Atay ve
Sabahattin Ali ile devam etti, hiç rahatsız olmadım, sözlükle kitap okumayı
seviyorum ben. Bir de şöyle bi gerçek var ki, cümlede belirli bi musikiyi
yakalamak için kelime dağarcığınızın geniş olması çok önemli, örneğin
"hiddeti manasız bulan bir rikkat" tamlaması müthiş bir musikiye
sahip değil mi! Özellikle bu tamlama bana
"Firkat-i bir telaş gibi olunca insanın, sırra kadem basıyordu
dikkati" şarkısını çağrıştırdı. Cüneyt Ergün’ün bu tarz şarkılarından da
ayrı keyif alıyorum. Her fırsatta açıp sıkılmadan okumalık öyküler var kitapta.
"Zaten sıkmadan uzun uzun anlatmasını bilen yegane geveze denizdir"
diyor Sabahattin Ali ve kesin denizle yakın bi akrabalığı var.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen