Daha
önce de yazmıştım, çok yoğun çalıştığım için tramvay yolculuklarını
değerlendirip yanımda sürekli kitap taşıyordum, çoğunlukla bi ay çantamda
benimle birlikte seyahat eden kitaplarımın kenarları kirlenip hafiften
yıpranıyordu, özellikle Halikarnas Balıkçısı’nın mavisi resmen silindi. Bu
duruma bi çözüm bulmak için tramvayda okumak için yanıma olabildiğince ince ve
fazla dikkat istemeyen kitapları almaya karar verdim. Akşamları da kalın ve
ciddi kitaplarımı okuyacaktım. Tabi bu strateji de tutmadı, ya da Peyami Safa
her şeyi alt üst etti diyelim. Yalnızız’ı akşamları evde, Havada Bulut’u da
tramvayda okuyordum. Bi vakit sonra Samim’e olan öfkem "Havada
Bulut"a da sirayet etmeye başladı. Burada da kadınların hali içler
acısıydı çünkü, ama Sait Faik’e kızmıyorum. Zaten hikayeyi nasıl okudum, ne
oldu hiçbir şey anlamadım, müthiş bi buhran geçiriyordum Samim’den ötürü. O
yüzden diğer Sait Faik kitaplarını bitirdikten sonra bu kitabını yeniden
okuyacağım. Şimdilik şunu söyleyebilirim ki, hikayenin kurgulanış şekli çok
hoşuma gitti, özellikle ilk 40 sayfa muazzamdı, sonrası benden kaynaklı bi
türlü güzel ilerleyemedi.
"Sonra
sıra bana geldi, ben de kovama suyu doldurdum, bir aralık kovamın içine baktım
ki, aman yarabbi! Suyun içinde bir beyaz bulut yüzmüyor mu? Ne sevindim!
Deliler gibi oldum! Çocukluk değil mi? Havadaki bulutu kovama doldurdum,
götürüyorum."
PS. Arka kapaktaki fotoğraf bu hikayeye ne kadar da çok yakışmış.
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen