Bir yer yatağı, başucunda
o eski radyo, az yukarda açık kalmış pencereden odaya dolan serin rüzgar… Ve
ağustos böceklerinin haylaz gürültüleri… Şimdi tek bir şarkı dillendirir o yaz
gecelerinin hatırasını… „Gül kurusu yalnızlıklar çalar durur kapımı, düşüncem
alev alır o en yorgun yerinden“…
Ben hep sol anahtarı
yaptıracak bir çilingir buldum, inadına açtım o delgeç şarkılarla dolu sandığı…
Koskoca bi penreceden dışarıya bakarken, penceresiz kaldım anne şarkıları ile
ağladım. Ağrılarıma köşe yastığı bulamadım, toz bezi yaptım kendimi düşlerim
için. Ama düşlerim de kenar süsü olarak kaldı bir kimseler görmesin bilmesin
kavgasında. Damla sakız hayallerime yakamoz vurmadı, vuramadı. Evet dibe
vurdum. Bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müydüm, bilmiyordum. Ama acıdan
geçmeyen şarkılar hep eksikti, o yüzden gidemedim hiç kimseden. O yüzden
vazgeçemedim düşlerimden. Kaldırımlar hala hatırlıyor mudur, bir devir
muhteşemdik şarkılarımızı.
Hayatın yüzüne bakmak
istemiycek kadar azalmışken anlam, ben hep radyomu açtım. Arka planda hep bi
melodi eşlik etti yaşanmışlıklarıma. O yüzden içimi ürpertiyor eski şarkılar,
kanıma girip üç beş satırda „biz burdayız“ diyor buruk anılar. Ve yine tüm
delgeç şarkıların kilitli olduğu o tozlu radyo bir sol anahtarı ile teslim
bayramını çekti. Fitilsiz muma döndü yangınım. Egeli Lodos selam şöyle o
çocuğun köyüne. Körfeze dön yüzünü bir zeybek gibi dimdik. Ve haykır „Ah şişede
lal, hem de ay hilal, bir daha da görmem ki böyle yazı…“
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen