Mittwoch, 4. Dezember 2013

Mektuplar



Bu mektupları kendime yazdım, evet üzerlerinde sizin isimleriniz, adresleriniz var ama seslendiğim kişi benim. Bunlar benim sesim, soluğum; var olduğumun işareti… Benliğimin yalnız adacığından kurtulmak için yollanmış şişe içinde mesajlar hepsi. Belki hiçbirisi bir insan eline geçmeyecek, geçse de okuyanlar ne dediğimi anlayamayacak lakin ben o mesajlarla, „Ben burdayım, varım!“ dediğim sürece var olacağım. Bir gün beni anlayan biri çıkar ümidiyle yaşayacağım. Yazdığım sürece ümidim, ümidim olduğu sürece yaşama sebebim olacak. Bir gün yazmanın boş olduğunu düşünürsem önce ümidim, sonra ben yok olacağım.

Yukarıdaki satırlar ÖSS’ye hazırlanırken çözdüğümüm bi paragraf sorusundan alıntı. Yazmak gerçekten „ben burdayım, varım“ demek benim için. Gönderilmemiş mektuplar biriktiriyorum beynimde, varlığı artık yük olan onca özlem bi satırda kalemle buluşsa kocaman bi çığlığa dönüşür mü bilmiyorum. Sanırım hiç bilemeyeceğim, çünkü mektup yazmak tarih oldu artık. Sanırım hepimiz „klavye kahramanı“olduk biraz. Kendi el yazıma yabancılaşır oldum. Oysa el yazısı ne kadar kıymetliydi. Güzel yazı derslerimiz vardı, kenarına fenerli süsler yapardık. Öğretmenlerimizin el yazısına hayran kalır, yazılarımızı onlara benzetmeye çabalardık. Sanırım Power Point çocukları öğretmenlerinin el yazısından da mahrum kalıyor artık. Peki ya el yazısından karakter analizi yapanlar, işsiz mi kalacaklar şimdi? Bir alman dergisinde „ruhun aynası“ demişlerdi el yazısı için, ruhumuzu gören kalmayacak mı artık… El yazısından karakter analizi yapılamaz, yapılsa yapılsa ruh hali analizi yapılabilir tartışmaları gereksiz mi kalacak… Bilmiyorum… El yazımla olmasa da, „ben burdayım, sen nerdesin“ demek için bol bol mektup yazsam mı artık

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen