Mittwoch, 4. Dezember 2013

Life of Pi


Arkadaşım Ania seçmişti filmi, günlerden salı, salon boş rahat rahat izleriz diye seviniyordum ama elimde tuttuğum 3D gözlüklerin sonrasında a-acayip bi şekilde ızdırabım olacağından haberdar değildim. Benim gibi iki numara miyop birinin 3D film izlemesi için zaten, filmin 3D olduğunu biletleri satın aldıktan sonra öğrenmesi gerekir:) Filmin ilk bir saati gözlerimi filmi izlemeye ikna etmekle geçti. Bak bu gözlük, sen de gözsün, zor bi şey değil sadece bakacaksın diyip avut-maya çalıştım, bi ara brokolili vejetaryan pilavı espiriyle filme odaklanır gibi oldum ama ciddi bi mahalle baskısı uygulu-yordu gözlerim. Tabi bu arada o gemi battı onu gördüm, bi ara sandaldan bi kaplan fırladı üzerimize, tüm seyirciler de bi korku filmi efekti oldu falan, neyse ben tam kendimi uyku moduna alıyordum ki tam bi görsel şölen başladı. Okyanusta ışık saçan alev alev balıklar… Gece, ay ve yakamoz görselleriyle resmedilen en büyüleyici çaresizlik… Sürüyle uçan balıklar… Etobur adadaki mirketler… Ben bi veda bakışını çok gören kaplana yaslanırken, „size bi hikaye anlattım ama bunun bir de rasyonel versiyonu var“ diyip beni alt-üst eden bi finalle bitti film. Beynimde milyonlarca soruyla kalakaldım. Şimdi kaplan Pi’nin egosuysa orangutan annesiydi falandı şeklinde eksik parçaları tamamlamaya çalışarak eve geldim. İyi ki Ekşi Sözlük var, tüm metaforlardan kurtulup okyanusun serin sularında ben de ilk hikayeyi tercih ettim, ki zaten GelGitimin dediği gibi „Birden fark ederiz, küre dünya da disk dünya da bir masal. A'tuin'in nereye yolculuk ettiği önemli değil, aslında hepimiz bir kurtarma sandalı içinde, içimizdeki hayvanlarımızla okyanusun ortasında debeleniyoruz.“


 



Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen