Uçurum 15. Bölüm “ÖLÜMDEN SONRA HAYAT”
#ölmedenonce
„gitmek istiyor bırak gitsin“, ufka bakıp yol arkadaşıyla uzaklaşsın en
bi yakışıklı fil… o gitsin ama sen unutma „sevgilim“ deyişini…
Herkes gider ama „gidene saygı“ nerde sorar insan. Bi „Leyla ile Mecnun“
sıcaklığında uğurlanmaz „yakışıklı fil“ bi „helvalik hatri“ bile
yoktur… ki cenazesine bile gidilmez, çok sonra mezarı başında „edebiyat
parçalanır“… künyen boynumda, hikayen yarım kaldı, gittin iyi mi ettin
sanki…
Uçurum 16. Bölüm "İYİ BİR HİKAYE"
#vazgeçmem
Sen vazgeçmedikçe ben de vazgeçmem, sırf bu yüzden yazmıyor muyum?...
„bayat gazeteci hikayeleri“ anlatılır, eyvah eyvah dedirtilir… seyirci
işte, tahtaya vurdu, ağladı, unuttu, sıradaki habere, diziye ya da çaya
geçti… ki ben çaya geçenlerden olamam hiç, çünkü çaydan hiç geçemem,
vaz-geçemem… çay hayattır çünkü damarlarımda çağlayan… (mecburi reklam:
ÇAY ERDAL BAKKALDA İÇİLİR)
Hadi git çek getir, ben de haber yapıyım diyen gazeteci, #vazgeçmem
diyip düş şimdi „iyi bi hikaye“nin peşine, izliyorum demli çayımla… ve
başlar 16. Bölüm…
„merhaba, kamera nerde, kayıt yapabildiniz mi?“sorusuna olumlu bi cevap
yoksa „iyi hikayenin kahramanı“ Eva’nın nerde olduğu sorulur… „amaç“,
„araç“tan önce gelir her daim. „Bu kadar mı sorusuna“ „bu kadar, bitti
bu iş“ dense de „BİTMEDİ, BEN DAHA ANLATMAYA BAŞLAMADIM“ derken sadece
karizmatiktir, inandırıcı değil
„odamı kime verdiler“ cümlesi ilk travmasını dillendirir ulaş beyin.
Uzun toplantılara aşinadır, rahat rahat rahatsız eder, kendinden o kadar
emindir ki „bugüne kadar duyduğu en büyük hikaye“yi ışık hızında „elimi
çabuk tutmam lazım“ telaşında anlatır big bossa „tek bi şansın“ bile
mümkünsüzlüğüne yenik düşmez, hop „kameranı bırakma, aaa gitti"
Ah bu modern mimarı, tek suçlu o, o kadar modern ışıldamaktadır ki iş
merkezi binası, ulaş çocukluğundaki istanbulu özler, dalar gider kalın
çerçeveli, bol sivilceli (günahını almayalım burda make-upa gömülmüş
sivilcelerin, yok vallahi yok) ergen lise yıllarına…
ATTENTİON ya da KUTLU için ALLE ACHTUNG!!! Tuvalet kapısındaki iki zıpır
nöbetçiden destur alınıp, ulaşa ulaşılır… „Sen 5 milyon daha sökül“ ile
başlar yeni bi hikaye…. Lütfen biraz daha dikkat. „gerizekalı, et
kafana giricem diye k.cımı yırttım“ cümlesi ile mecnun mecnun „neymiş
neymiş“ der çaya düşen izleyici… ve ulaş bey açıklar, „ben ödevi senin
yazdığın gibi yazıyorum, senin aklına giriyorum, o yüzden kimse
çakmıyo“. o_O çaktım ahbap rahat ol. Ama o da nesi, „et kafa“ yememiş
içmemiş yetiştirmiş yetkili kişiye, aman kapıdaki nöbetçilere dikkat,
anında yok oluyolar, oysa kutsal bi görevleri olmalıydı onların ama işte
görev bilinci sıfır
„Noluyor lan burda“ ile sadece Şener Şen’i anımsar izleyici, sonraki
sahne müdür odası… „ANNESİNİN DURUMUNU BİLİYORSUNUZ“ yok vallaha çay
içiyoruz ama annesinin durumunu bilmiyoruz, zaar gelecek bölümlerde
öğrenicez, merak ediyorum ama… „Mecburen Ulaş bizde kalmak durumunda, bu
seferlik affedersek, bizim durumuz da çok iyi değil, biz de maduruz.“
Pardon bey amca „biz“ kim, dayımısın amca mı? vallaha çatlarım,
seyirciyim ben seyirci! „sen cins bi çocuksun“ cümlesindeki „hakaret
kılıklı iltifatı“ bulunuz„herkesin
yazdığı yazıyı nasıl bu kadar iyi taklit edebildin“ soruya gel, anlatım
bozukluğuyla dolu sorarsan cevabını alırsın „onlar bilgisayar çıktısı“
ah basım alıp nere gidem 85 doğumluyum lisede bilgisayar çıktılı tek
ödev teslim etmedim, internet cafeler bile yeni yeşermekteydi bizim
ilçede, hocalar ise bilgisayar öcü diyordu o zamanlar
„bilmiyorum ki hocam, ödevi yaptıran arkadaşı düşünüyorum, kendimi onun
yerine koyuyorum, onun gibi düşünüyorum falan“… yahu böylesi bi
yeteneğin „varolabilitesinden“ haberim olsa benim defterler teneffüs
teneffüs elden ele geçmezdi, defterler helak oldu, hoca derse girmeden
bi yerlerden ışık hızıyla önüme gelirdi, hey gidi günler… „ONLAR GİBİ
DÜŞÜNEBİLİYOR“ diye cezası articak mı lütfen, sadede gel „Bir sürü
insan var, hepsinin hikayesi var ama onlar anlatmayı bilmiyorlar
(salaklar çünkü) sen onların yerine geçip hikayelerini anlatabilirsin"
cümlesi gözlerde yakamoz, tende gamze, dudaklarda uzun bi çizgi olur.
Sahi hangimiz hoşlanmadık ki böylesi pohpohlanmalardan, müdürler
tehlikelidir, yeri gelir, „git sen elinden geleni yap aslansın“ der
sonra başlar angarya, neyse biz ulaşa dönelim. Hikaye anlatıcısı, okul
kolidorundaki salak ergenlere bakar, kurban seçmektedir zannımca, gözler
felfecir, çerçeveden taşmakta. En son arkasını dönüp yine bakar kurban
adaylarına, yüzündeki gülümseme, „verilen kararın“ en masum anıdır belki
de kim bilir, ben de bişey bildiğimden söylemiyom hacı. „Lise Notları“
isimli, arka kapakta zayıf ama büyük bi ünlem işareti barındıran okul
gazetesi garip bi kıskançlık hissi uyandırır çay sever seyircide. „vah
anasına neler yaşıyorum be dedim, ben bile kendime hislendim, sen
içimden geçip de diyemediklerimi de yazmışsın“ cümlesi öylesine bi
özgüven verir ki retinanın neresine düşeceğini yeniden öğreniverir
ışınlar,
glasses, görüntüyü hepten düzeltmek için saçlara da ayar çekilir…
ışınlar, ışıltı mı dedik…. İşte o modern mimarının merdivenleri geri
tırmanılmalıdır simdi, „gel“ der big boss.
„Devamı var mı bunun"la magma derin bi kırılma yaşar ve püskürür kızgın
lavlar, vallahi o kadar hızlı patlıyor ki korkuyoruz kendisinden. „asıl
çaresizliğin peşindeki big boss“ kızgın lavlara coss diye su döküyor,
„ablanın hikayesini getir, olur olmaz da patlama, lavlarını da al git“
diyor adeta. „İŞİMİ GERİ ALABİLECEK MİYİM“ odamdaki şişkoyu kovacak
mısın diye sorup emin oluyor „hikayenin karından“… yine gülümsüyor, pek
yakışıklı kereta
„mail adresinden iş accountunu kullanma pınar“, her an „ulaş“ çıkabilir.
Meslek hayatı bi yıl önce bitmiş, gazeteci olmayan bu ulasın mail
adresini nerden buldun, bunu da anlamadım ya neyse, herhalde boş
zamanlarında “mezba blog” larını falan takip ediyosun…
“sen kendini ne sanıyosun” diye cırlama hemen, “bi arkadaşımız öldü”
diye gelip dizideki tüm elemanlara ben cırlarım yoksa, yahu adam öldü,
siz ne yaptınız… üzgünüm pınar 6/49 bile doldurmadın. Sahi bodrumda kaç
kız var, cook. “bodrumdaki kızlar” ne demek bari “bodruma hapsedilen
kızlar” diyin, olmadı kutlu’ca keller’daki kızlar diyin yahu.
“Sen gelmeden bu hikaye bitti!” O_o ben niye geldim o zaman? „iyi karlı
bi hikaye“ diye geldim bebek biraz yavaş. „ulaş akıncı ben“ der beyzadem
ama o „ulaş akın“dir. Ki biz 26, 27 yoksa 30muydu adem diye sora
duralım, ah ah… „bitmedi“ tonlamaya gel, „bakın bu hikayede başka bişey
var, siz yaşadınız, o kadar içindesiniz ki göremiyorsunuz, ben
görüyorum“, ah o muhteşem retina! „bu hikaye herkesin hayatını
değiştiricek, öyle bi hikaye yazıcam ki herkes karlı çıkacak, ben
istediğim yerde olucam o bodrumdaki kızlar da kurtulucak, datçaya
yerleşicek…“ özgüven de o muhteşem retinanın salgıladığı bi hormon olsa
gerek, benim karşımda da „ne karı neyi“ diye zırvalayan pınarlar olsa
ben de gel balığa gidelim derim.
„kafaya vurup“ geçmişe gidiyoruz bu sefer, ah o kolidorlar. Son sayıdaki
bombalar, bla bla bla. Yine müdür odasına geçmeden “hey müdür bey beni
bi dinle” diyesim var. çatladım bize öyle okul gazetesi çıkaracak
imkanlar verilmedi, bi heves sınıf için duvar gazetesi hazırlardık.
Kıytırık sınıf gazetesi için bile yazıların hocalar tarafından okunup
incelenip “iş bu belge zararsızdır hemen asıla” denmesi gerekirdi. Cümle
alem okuduktan sonra neyin azarı bu, “sansür mekanizmaların fazla
gevşemiş senin, hiç inandırıcı bi müdür değilsin”.
“sosyal club”lerden 15yaş fingirdeşmelerine nasıl bağladıysa artık,
neyseki “gerçekler acıdır, biber de acıdır, o zaman biber gerçektir”
demiş çocuk, ya “gerçek biberdir” dese ne olacaktı. “eşcinsel olmaktan
korkup burnunu kırarlar” adamın biraz yavaş gel, senin gerçekler biber
gazından beter. 15 gün uzaklaşıp, ucuz yırtarak geri gelen ulasın
kıskanılası gazetecilik macerası biter ama bi özür sayısı şarttır.
„bayıla bayıla okunan gerçeklere“ bunu yapamaz ulaş. „ölü orta
yazılmazsa sıradan aptal kimsenin okumayacağı hikayeler olurlar“ „herkes
seni okusun diye insanların hayatlarını ortaya dökemezsin“ „ben sadece
onlar gibi düşünmeye çalıştım“ welldone. „onlar gibi düşünmen yetmez
onları düşünmen lazım, kim ne hisseder, üzülürler mi kızarlar mı
utanırlar mı“ „insanların yaşadığı şeylerin sorumlusu ben değilim, siz
yetenekli olduğumu…“ „ bu kadar acımasız düşüncesiz olduktan sonra
yetenek metenek beş para etmez, vazgeç bu işlerden.“ „ asla asla
vazgeçmiycem“… uyuyan bi canavarı uyandırıp tekrar uyusun diye ninni
söyledi müdür bey. Canavar da „acımasızlığına düşüncesizliğine kılıf
etti vazgeçmem inadını“… sahi TT oldu mu #vazgeçmem?
Devam edebilir. Çok yazasım çok izleyesim var…
Keine Kommentare:
Kommentar veröffentlichen